Midilli kruvazörü (Breslav)

Midilli, Goeben’in yol arkadaşı, Alman Magdeburg sınıfı hafif kruvazörü SMS Breslau’nun 1910’da başlanan yapımı 16 Mayıs 1911’de bitti ve Goeben’le birlikte Alman Akdeniz Filosu’na katıldı.

Gelecekte Nazi Almanyası’nın U-bot’larının taktiksel dehası ve komutanı olacak olan Karl Dönitz de bu gemide görev yapmaktaydı.

Yavuz ve Midilli Olayı

Akdeniz’de Osmanlı Donanması’na katılma emrini alan Amiral Souchon yönetiminde 10 Ağustos’ta Goeben ile birlikte Çanakkale Boğazı’ndan Marmara’ya giren geminin, 16 Ağustos’ta Osmanlı Devleti’ne satıldığı Alman Hükümeti tarafından açıklandı. Amiral Souchon, Erkan-ı Harbiye Reisi Enver Paşa ile Rusya’nın Sivastopol liman kentine bir baskın planladı ve bunu uygulamaya koyarak 29 Ekim sabahı Rus liman ve gemilerine baskın düzenledi. Osmanlı Donanması tarafından “Midilli” ismi verilmiş gemi bu baskında görev yaptı. Ünlü Sivastopol baskınından sonra 2 Kasım’da Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

Harekâtları

Özellikle Karadeniz ve Boğazlar’da görev yapan Midilli Osmanlı Donanması’ndaki günlerini Karadeniz’de Rus muhrip ve kruvazör akınlarına karşı harekatlar ve konvoy görevleri ile geçirmiştir.

İmroz baskını

Osmanlı deniz kuvvetinin Ege’deki İtilaf Devletleri Donanması’yla açık çatışmaya giremeyeceği ve anca küçük baskınlarla rahatsızlık verebileceği inancı güçlendiğinde Amiral Souchon’un yerine 30 Eylül 1917’de atanan Koramiral Von Rebeur Paschwitz Yavuz, Midilli, Muavenet-i Milliye, Numune-i Hamiyet, Basra ve Samsun muhripleri ile İngiliz Donanması’nın üslendiği Gökçeada(İmroz)’ya baskın yapmayı düşündü.

Yavuz ve Midilli asıl baskına katılırken, diğer gemiler güvenliği sağlamak için Boğaz’ın girişinde bekledi. Paschwitz’in planına göre Yavuz aşırtma atış ile Mondros Limanı’nı bombalarken, Midilli de limanın güneyinde konumlanıp, çıkmak isteyen gemilere ateş edecekti. Bu arada yolda Yavuz Kefalo’daki telsiz istasyonunu bombalayıp iki bin tonluk nakliyeyi batırırken, Midilli de karadaki telsiz ve uçak istasyonlarını tahrip etti.

20 Ocak 1918 günü baskın anında Yavuz’un önünde seyreden Midilli mertçe çarpışırken aniden bir mayına çarptı; mayın dümen ve makineyi kullanılamaz hale getirdi ve gemi hareket edemedi. Bu patlama etkisinde sürüklenirken ikinci, üçüncü ve dördüncü mayınlar da patladı ve en son beşinci mayında gemiyi terk emri verildi.

Gemi batarken kurtarma için olay yerine gelen muhripler 475 kişilik gemi mürettebatından 172 kişiyi ancak kurtarabildi. Yavuz üç mayın yarası alırken İngilizlerin HMS Raglan ve M28 monitörleri batırıldı. Midilli ise son seferini yapmış oldu.

Yavuz muharebe kruvazörü ( Goeben)

Yavuz Muharebe Kruvazörü, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesinde önemli rol oynayan savaş gemisidir.

Alman İmparatorluk Donanması için kardeş gemisi SMS Moltke ile beraber 1911’de Hamburg tersanelerinde yapılan Moltke sınıfı iki gemiden biri olan SMS Goeben, önceki nesil Alman savaş kruvazörü SMS Von der Tann ile benzer bir tasarıma sahipti; ancak boyutları daha büyük, zırh koruması daha fazlaydı ve üzerinde iki ana top bulunan fazladan bir tarete sahipti. İngiliz rakibi Indefatigable sınıfı muharebe kruvazörlerine kıyasla Goeben ve Moltke kayda değer biçimde daha büyük ve daha zırhlıydılar.

1912’de SMS Goeben, hafif kruvazör SMS Breslau ile birlikte Alman Akdeniz Savaş Filosu’nu oluşturdu ve Balkan Savaşları boyunca Akdeniz’de devriye görevi üstlendi. 28 Temmuz 1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Goeben ve Breslau İngiliz Akdeniz Donanması’nın takibinden kaçarak İstanbul’a ulaştılar. İki gemi 16 Ağustos 1914’te Osmanlı Donanması’na verildi. SMS Goeben, Osmanlı hizmetine girdiğinde Yavuz Sultan Selim veya kısaca Yavuz adını aldı. 1936 yılında adı resmen TCG Yavuz (“Türkiye Cumhuriyeti Gemisi Yavuz”) olarak değiştirildi. 1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşını İstanbul’dan İzmit’e taşıdı. Yavuz, 1950 yılında hizmetten çekilene dek Türk Donanması’nın bayrak gemisi olarak görev yaptı.

TCG Yavuz, Alman hükümetinin Türkiye’nin gemiyi geri almaları teklifini reddetmesinin ardından 1973-1976 yılları arasında söküldü. Alman İmparatorluk Donanması tarafından inşa edilen gemilerin en son söküleni olan Yavuz, aynı zamanda tüm muharebe kruvazörleri ve drednotlar arasında en uzun süre hizmette kalanıdır.

İnşası

Alman İmparatorluk Donanması, üçüncü Alman savaş kruvazörü olan Goeben’i 8 Nisan 1909’da “H” geçici adı ve 201 inşa numarasıyla Hamburg’daki Blohm & Voss tersanesine sipariş verdi. Omurgası 19 Ağustos’ta kızağa kondu, teknesinin inşası tamamlandıktan sonra gemi 28 Mart 1911’de denize indirildi. Donatımının tamamlanmasının ardından 2 Temmuz 1912’de Alman Donanması’na katıldı.

Goeben 186.6 metre uzunluğunda, 29.4 metre genişliğinde ve tam yükle 9.19 metre su çekimine sahipti. Geminin normal ağırlığı 22,616 t (22,259 long ton), tam yüklü ağırlığı 25,300 t (24,900 long ton) idi. Goeben, toplam 52,000 shp (39,000 kW) güç üreten iki set Parsons buhar türbini ve 24 kömürle çalışan Schulz-Thornycroft buhar kazanı ile maksimum saatte 25.5 deniz mili (47.2 km/sa; 29.3 mil/saat) hıza ulaşabiliyordu. Geminin maksimum menzili ise saatte 14 deniz mili (26 km/sa; 16 mil/saat) hızla 4,120 deniz miliydi (7,630 km; 4,740 mil).

Geminin ana bataryası, beş ikiz tarette toplam 10 adet 28 cm’lik (11 inç) toptan oluşuyordu. İkincil silahları geminin ortasında kazamatlarda yer alan 12 adet 15 cm’lik (5.9 inç) top ile başta, kıçta ve kumanda kulesiyle kaptan köşkü etrafında yer alan 12 adet 8.8 cm’lik (3.5 inç) toptan oluşuyordu. Gemide ayrıca su hattının altında dört adet 50 cm’lik (20 inç) torpido tüpü bulunmaktaydı.

Balkan Savaşları

Ekim 1912’de Birinci Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Alman Genelkurmayı, Alman gücünü Akdeniz’de gösterecek bir Akdeniz Kuvveti  kurulmasına karar vererek Goeben ile hafif kruvazör Breslau’yu İstanbul’a gönderdi. İki gemi 4 Kasım’da Kiel’den yola çıkarak 15 Kasım 1912’de İstanbul’a vardılar. Nisan 1913’ten sonra Goeben, aralarında Venedik, Pola ve Napoli’nin de bulunduğu birçok Akdeniz limanını ziyaret ettikten sonra Arnavutluk sularına yöneldi. Bu yolculuğun ardından filo tekrar Pola’ya döndü ve 21 Ağustos-16 Ekim 1913 arası bakım için Pola’da kaldı.

29 Haziran 1913’te İkinci Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Akdeniz Kuvveti tekrar bölgede konuşlandı. 23 Ekim 1913’te Konteramiral Souchon kuvvetin komutasına geçti. Goeben ve Breslau Akdeniz’deki faaliyetlerine devam etiler ve I. Dünya Savaşı başlayana kadar 80 civarında liman ziyaret ettiler. Donanma, Goeben’i kardeş gemi SMS Moltke ile değiştirmeyi planladıysa da, Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da suikasta uğraması ve ardından Büyük Güçler arasında gittikçe tırmanan gerilim bu planın uygulanmasını engelledi.

Suikastin ardından Amiral Souchon Müttefik Güçler ile Üçlü Entente arasında savaşın kaçınılmaz olduğunu değerlendirdi ve gemilerine bakım için Pola’ya gitme emrini verdi.  Almanya’dan gelen mühendisler gemi üzerinde bakım çalışması yaptı.  Goeben’in 4,460 kazan tüpü değiştirildi ve genel bakımı yapıldı. Bakımların tamamlanmasının ardından gemiler Messina’ya doğru yola çıktılar.

Birinci Dünya Savaşı

Goeben ve Breslau’nun takibi

II. Kayzer Wilhelm, savaş çıkması durumunda Goeben ve Breslau’nun ya batı Akdeniz’de akınlar yaparak Kuzey Afrika’daki Fransız askerlerinin Avrupa’ya dönmesini engellemesini,  ya da Cebelitarık’tan geçip Atlas Okyanusu’na çıkarak Alman sularına dönmesini emretmişti. Hangisinin yapılacağı filo komutanının taktik duruma göre vereceği bir karardı.  3 Ağustos 1914’te iki gemi Cezayir’e doğru yoldayken Amiral Souchon Almanya’nın Fransa’ya savaş ilan ettiği haberini aldı. Kayzer’in emrine uyan Goeben Philippeville (bugünkü Skikda, Cezayir) kentini 10 dakika boyunca bombaladı. Bu sırada Breslau da Bône (bugünkü Annaba) şehrini bombalamaktaydı.  Kayzer’in emirlerini açıkça hiçe sayan amiraller Alfred von Tirpitz ve Hugo von Pohl, Kayzer’e bilgi vermeden Souchon’a bombardımanın ardından İstanbul’a hareket etme emri verdiler.

Goeben’in İstanbul’a ulaşacak kadar kömürü olmaması sebebiyle Souchon, gemilerini Messina’ya yönlendirdi. Almanlar, İngiliz muharebe kruvazörleri HMS Indefatigable ve HMS Indomitable ile karşılaştılar, ancak Almanya henüz İngiltere ile savaşa girmediği için bir çatışma olmadı. İngiliz gemileri Goeben ve Breslau’yu takibe aldılar, fakat Almanlar İngilizlerden kaçmayı başararak 5 Ağustos’ta Messina’ya vardılar.

Messina’da yakıt ikmali, İtalya’nın 2 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etmesi sebebiyle karmaşık bir hal aldı. Uluslararası kanunlara göre savaş gemileri tarafsız bir limanda en fazla 24 saat kalabilirdi.  Limandaki Alman taraftarı İtalyan denizcilik otoritesi, Goeben ve Breslau’nun limanda 36 saat kalarak bir Alman kömür gemisinden kömür ikmali yapmalarına izin verdi.  Fazladan geçirilen zaman dahi Goeben’in kömür depoları İstanbul’a ulaşacak kadar yakıtla doldurulamamıştı, bu sebepten Amiral Souchon Ege Denizi’nde bir başka Alman kömür gemisiyle bir buluşma ayarladı.  Fransız komutan Amiral Lapeyrère’nin Almanların ya Akdeniz’den çıkış yapacağı ya da Pola’ya giderek Avusturya donanması ile buluşacağı düşüncesi sebebiyle Fransız Akdeniz filosu batı Akdeniz’de kaldı.

Souchon’un iki gemisi, 6 Ağustos gününün erken saatlerinde Messina Boğazı’nın güneyinden geçerek limandan ayrılıp Doğu Akdeniz’e doğru yola çıktılar. Peşlerindeki iki İngiliz muharebe kruvazörü 100 mil gerilerindeydi, üçüncü İngiliz muharebe kruvazörü HMS Inflexible ise Bizerta, Tunus’ta kömür almaktaydı. Souchon’un yolundaki tek İngiliz kuvveti Tümamiral Ernest Troubridge komutasında zırhlı kruvazörler HMS Defence, HMS Black Prince, HMS Duke of Edinburgh ve HMS Warrior’dan oluşan 1. Kruvazör Filosu’ydu.

Almanlar, Troubridge’i şaşırtmak amacıyla öncelikle Adriyatik Denizi’ne yöneldiler. İngiliz filosu, Almanları Adriyatik’in girişinde karşılamak için yola koyuldu. Hatasının farkına varan Troubridge, rotasını tersine çevirdi ve hafif kruvazör HMS Dublin ve iki destroyerine Almanlar üzerine torpido saldırısı yapma emrini verdi. Breslau’nun gözcülerinin İngiliz gemilerini farketmesi üzerine iki Alman gemisi de karanlıktan yararlanarak takipçilerinden kaçmayı başardılar. Goeben’in 28 cm’lik toplarına karşı elindeki dört eski zırhlı kruvazörle çıkmanın intihar olacağını düşünen Troubridge 7 Ağustos günü erken saatlerde kovalamacayı bıraktı. Souchon için İstanbul yolu böylece açılmış oldu.

Goeben, Nakşa açıklarında kömür depolarını doldurdu. 10 Ağustos günü öğleden sonrası iki gemi Çanakkale Boğazı’na girerek bir Osmanlı öncü gemisi rehberliğinde Marmara Denizi’ni geçtiler. Tarafsızlık kurallarının çevresinden dolanmak için 16 Ağustos’ta Almanlar iki geminin Osmanlı Donanması’na katıldığını ilan ettiler. 23 Eylül’de Amiral Souchon Türk donanmasının komutasına getirildi. Goeben yeniden adlandırılarak Yavuz Sultan Selim, Breslau ise Midilli isimlerini aldılar. Gemilerin Alman mürettebatı Osmanlı üniformaları giydiler ve fes taktılar.

Karadeniz Operasyonları

1914

29 Ekim’de Yavuz, Çarlık Rusya’sına karşı ilk operasyonuna çıkarak Sivastopol limanını bombaladı. Bombardıman sırasında Osmanlı İmparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemişti. Bombardıman sırasında 25.4 cm’lik (10 inç) bir top mermisi Yavuz’un arka bacasına isabet etti, ancak patlamadı ve önemsiz bir hasara yol açtı. Geminin aldığı başka iki isabet de küçük çaplı hasar yarattı. Yavuz ve eskortları bombardıman sırasında aktif olmayan bir Rus deniz mayını tarlasından geçtiler.  Türk sularına dönüş yolunda Yavuz, Rus mayın gemisi Prut ile karşılaştı, ancak Prut güvertesindeki 700 mayınla kendini batırdı.  Bu karşılaşma sırasında Prut’a eskortluk yapan Rus destroyeri Leytenant Puşçin ise Yavuz’un ikinci bataryasından açılan ateşten isabet eden iki 15 cm’lik mermi ile hasara uğratıldı. Bombardımana tepki olarak Rusya, 1 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na katılmasına sebep oldu. 3 Kasım’da Fransız ve İngiliz gemileri Çanakkale Boğazı’ndaki Türk savunma tabyalarını bombaladı, iki gün sonra da resmen savaş ilan ettiler.  Prut ve Leytenant Puşçin gemilerinin başına gelenleri göz önünde bulunduran Rusya, tüm Karadeniz filosunu bir araya toplayarak Yavuz’un tüm donanma gemilerini teker teker batırmasının önüne geçmeye çalıştı.

Yavuz ve Midilli, 18 Kasım’da Trabzon’un bombardımanından dönen Rus Karadeniz Filosu’yla Kırım’ın 17 deniz mili (31 km; 20 mil) açığında karşılaşarak Sarıç Burnu Muharebesi’ne girişti. Öğle saatleri olmasına rağmen hava sisliydi ve filoların büyük gemileri birbirlerini ilk başta göremediler. Rus Karadeniz Filosu, 1905 Rus-Japon Savaşı’nın deneyimiyle savaştan önce birçok geminin ateşinin bir ana gemi tarafından yönlendirilerek tek bir düşman üzerine yoğunlaştırılmasına dayanan bir savaş taktiği geliştirmişti. Rus zırhlısı Evstafi, filonun ana gemisi Ioann Zlatoust zırhlısı Yavuz’u görene dek ateş etmedi. Ana gemiden Evstafi’ye ulaşan hatalı atış komutları, geminin kendi hesabı olan 7.000 metreden 4.000 metre fazlasına göreydi, bu sebepten Evstafi, Yavuz dönüp ana bataryasından ateş etmeye başlamadan önce kendi hesaplarına göre ateş açtı.  Rus gemisinin ilk salvosundan bir 12 inçlik mermi, Yavuz’un 15 cm’lik ikincil bataryalarından birinin kazamat zırhını kısmen delerek ateşlenmeye hazır cephanelerin bir kısmını havaya uçurdu ve silahın tüm mürettebatının ölümüne yol açan bir yangın başlattı.  Toplam 13 mürettebat öldü, üç mürettebat ise yaralandı.

Yavuz ateşe karşılık verdi ve Evstafi’yi orta bacasından vurdu; isabet eden mermi bacadan geçip ateş kontrol telsizinin antenini parçaladı. Telsiz bağlantısını kaybeden Evstafi, Ioann Zlatoust’un hatalı menzil ölçümünü düzeltemeyince filonun geri kalanı ya hatalı atış komutlarını kullandılar ya da Yavuz’u hiç göremediler ve hiçbir isabet kaydedemediler. Bu sırada Yavuz, Evstafi zırhlısını dört kez daha vurdu, mermilerden biri patlamadı. Tümamiral Wilhelm Souchon 14 dakikalık muharebenin ardından temas kesmeye karar verdi.  Atılan 19 mermiden isabet eden dört 28 cm’lik (11 inç) mermi toplam 34 Rus mürettebatı öldürdü, 24’ünü yaraladı.

Sonraki ay, 5-6 Aralık’ta Yavuz ve Midilli asker nakliye hatlarını korudu, 10 Aralık’ta ise Yavuz Batum’u bombaladı. 23 Aralık’ta Yavuz ve Hamidiye Kruvazörü üç taşıma gemisine Trabzon’a dek eskortluk yaptı. 26 Aralık’ta başka bir asker transferi operasyonundan dönerken Yavuz, İstanbul Boğazı girişinin bir deniz mili açığında bir mayına çarptı. Geminin sancak tarafında, komuta kulesinin altında patlayan mayın geminin teknesinde 50 metrekarelik bir delik açtı, ancak su geçirmez torpido bölmesi hasar görmedi. İki dakika sonra Yavuz bu kez iskele tarafından başka bir mayına çarptı. İkinci mayın iskele ana top bataryasının hemen ön kısmında 64 metrekarelik bir delik daha açtı. Su geçirmez bölmeler 30 cm kadar çöktü, ancak geminin daha fazla su almasını engelledi. Ancak gemi açılan iki delikten toplamda 600 ton su almıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yavuz’un tamiri için yeterli büyüklükte bir tersane olmadığı için tamiratlar gemi etrafına geçici sandık barajlar kurularak ve gemideki su boşaltılarak gerçekleştirildi. Gemideki delikler betonla kapatıldı. Beton yamalar kalıcı tamirat yapılana dek birkaç yıl boyunca iş gördüler.

1915

Hâlâ hasarlı olan Yavuz, 28 Ocak ve 7 Şubat’ta iki kez Boğaziçi’nden çıkarak Rus donanmasından kaçması için Midilli’ye ve Hamidiye Kruvazörü’ne yardım etti. Daha sonra mayın hasarının tamiri için mayıs ayına dek tamirde kaldı.

1 Nisan’da Yavuz, tamiri tamamlanmadığı halde Midilli ile beraber bir kez daha İstanbul’dan ayrılarak Hamidiye ve Mecidiye kruvazörlerinin Odessa bombardıman görevinden dönüşlerinde korumaya gitti. Hamidiye ve Mecidiye, şiddetli akıntılar nedeniyle rotalarından 15 deniz mili saptılar, rota düzeltmesinin ardından Odessa’ya yöneldiler, ancak Mecidiye bir mayına çarparak batınca saldırı iptal edildi.  Bu sıralarda Yavuz ve Midilli Sivastopol açıklarına varıp iki buharlı kargo gemisi batırdı. Rus filosu gün boyunca iki gemiyi takip etti, gün batımında ise birçok destroyeri torpido saldırısı için ana filodan bağımsız gönderdi. Sadece Gnevny destroyeri iki gemiye yeterince yaklaşıp bir torpido atışı yaptı, ancak ıskaladı. Yavuz ve Midilli İstanbul’a hasar görmeden döndüler.

25 Nisan’da Rus donanması, müttefiklerin Gelibolu çıkarması ile aynı günde İstanbul Boğazı’nın girişindeki tabyaları bombaladı. İki gün sonra Yavuz, müttefik askerlerini bombalamak için Turgut Reis drednot-öncesi zırhlısı ile birlikte Çanakkale Boğazı’na doğru yola çıktı. Şafakta HMS Queen Elizabeth tarafından salınan bir gözetleme balonu iki gemiyi bombardıman pozisyonu alırken tespit etti. Queen Elizabeth tarafından atılan ilk 15 cm’lik mermi Yavuz’un çok yakınına düşünce Yavuz ateş pozisyonundan çıkıp denize inen uçurumların yakınına yol aldı, bu sayede İngiliz gemisinin toplarının ateş alınından çıktı. 30 Nisan’da Yavuz bir kez daha ateş açmak için pozisyon aldı, ancak bu kez de Çanakkale’deki Türk karargahını bombalamak içi pozisyon alan ön dretnot zırhlı HMS Lord Nelson tarafından görüldü. İngiliz gemisi Yavuz görüş alanından çıkana dek beş isabetsiz atış yapabildi.

1 Mayıs günü Rus donanmasının İstanbul Boğazı girişindeki tabyaları bir kez daha bombalaması üzerine Yavuz, Beykoz koyuna doğru yola çıktı. 7 Mayıs civarı Yavuz bir kez daha Karadeniz’e açılarak Sivastopol’e dek Rus gemilerini aradı, ancak bulamadı. Ana toplarında az cephane kalması sebebiyle Sivastopol’ü bombalamadı. 10 Mayıs sabahı dönüş yolundayken gemi gözcüleri iki Rus ön-dretnotu olan Tri Sviatitelia ve Pantelimon gemilerini gördüler. Yavuz iki gemiyle çatışmaya girdi. Çatışmanın ilk 10 dakikasında Yavuz ciddi bir hasara yol açmayan iki isabet alınca Amiral Souchon çatışmayı keserek Rus hafif gemilerinin takibinde İstanbul’a yöneldi.  Mayıs ayının ilerleyen günlerinde geminin 15 cm’lik toplarından ikisi kıyıda kullanılmak üzere gemiden söküldü.  Kıç güvertedeki dört adet 8.8 cm’lik top da aynı zamanda gemiden söküldü,  1915 sonlarında bu silahlar yerine dört adet 8.8 cm’lik uçaksavar topu monte edilecekti.

18 Temmuz’da Midilli bir kez daha mayına çarparak 600 ton su aldı. Hasarlı gemi Zonguldak’tan İstanbul’a kömür taşıyan konvoylara eskortluk edemeyecekti. Bu durum üzerine Yavuz eskortluk görevine getirildi. 10 Ağustos’ta Yavuz, Hamidiye ve üç torpido bot eşliğinde yol alan beş kömür gemisinde oluşan konvoyu koruma görevine çıktı. Yolculuk esnasında Rus denizaltısı Tyulen konvoya saldırarak kömür gemilerinde birini batırdı. Ertesi gün Tyulen ve başka bir denizaltı Yavuz’a saldırmayı denedi, ancak atış pozisyonu almayı başaramadılar.

5 Eylül’de Rus destroyerleri Bystry ve Pronzitelni, Hamidiye ve iki torpido bot eşliğinde bir Türk konvoyuna saldırdılar. Hamidiye’nin 15 cm’lik topları çatışma sırasında görev dışı kalınca Yavuz çatışmaya gönderildi, ancak çok geç kalmıştı. Yavuz vardığında Türk kargo gemileri, Ruslar tarafından ele geçirilmemeleri amacıyla karaya oturtulmuştu.

21 Eylül’de Yavuz, Türk kömür gemilerine saldıran üç Rus destroyerini uzaklaştırmak için bir kez daha İstanbul’dan demir aldı. Konvoy eskortluğu görevleri, 14 Kasım’da Rus denizaltısı Morzh İstanbul Boğazı’nın hemen girişinde Yavuz’a iki torpido ateşleyip neredeyse vurduğunda sona erdi. Amiral Souchon Yavuz’un karşı karşıya olduğu riskin çok fazla olması sebebiyle konvoy sistemini askıya aldı. Bunun yerine sadece Zonguldak’tan İstanbul’a bir gecede varabilecek kadar hızlı olan gemilerin yola çıkmasına izin verildi. Zonguldak’tan yola çıkan gemiler İstanbul Boğazı girişinde pusudaki denizaltılara karşı savunma sağlayacak olan torpido botlar ile buluşacaklardı. Yaz sonunda iki yeni Rus dretnotu İmperatritsa Mariya ve Imperatritsa Ekaterina Velikaya gemilerinin tamamlanması, Yavuz’un faaliyetini daha da zorlaştırdı.

1916-17

Amiral Souchon, 8 Ocak’ta Yavuz’u Zonguldak’tan gelen boş bir taşıma gemisini bölgedeki Rus destroyerlerinden koruması için bölgeye gönderdi, ancak Ruslar Yavuz varmadan önce gemiyi batırdılar. Dönüş yolculuğunda Yavuz, Imperatritsa Ekaterina ile karşılaştı. İki gemi 18.500 metre mesafeden başlayarak topçu düellosuna giriştiler. Yavuz güneybatıya yöneldi ve çatışmanın ilk dört dakikasında ana toplarından beş salvo ateşledi. İki gemi de rakibini vurmayı başaramadı, ancak yakınına düşen mermilerin şarapnelleri Yavuz’a isabet etti.  Normalde Imperatritsa Ekaterina’dan çok daha hızlı olmasına rağmen Türk muharebe kruvazörünün teknesi bakımsızlıktan midye bağlamıştı ve pervane şaftları kötü durumdaydı. Yavuz, bu yüzden 23.5 knot (43.5 km/sa; 27.0 mph) hıza ulaşabilen güçlü Rus gemisinden kaçmakta zorlandı.

Ruslar, Kafkasya’daki çatışmalarda ciddi miktarda osmanlı toprağı ele geçirmişlerdi. Rus ordusunun daha fazla ilerlemesini engelleme amacıyla Yavuz, cepheye asker taşımakla görevlendirildi. 429 subay ve asker, bir dağ topçu bataryası, makineli tüfek ve havacılık birlikleri, 1000 tüfek ve 300 sandık cephane Yavuz tarafından 4 Şubat’ta Trabzon’a taşındı. 4 Mart’ta Rus donanması makineli tüfek ve atlarıyla beraber 2.100 asker gücünde bir birliği Pazar limanının iki yanına indirdiler. Türk birlikleri baskına uğramış, ilçeyi boşaltmak zorunda kalmışlardı.  Bir diğer çıkarma da Trabzon’un 5 mil doğusundaki Kavata koyunda gerçekleşti.  Haziran sonlarında Türkler karşı saldırıya geçerek Rus cephesini 35 kilometre (20 mil) kadar yardılar. Yavuz ve Midilli Türk saldırılarını desteklemek için birçok kıyı operasyonunda bulundular. 4 Temmuz’da Yavuz, Tuapse limanını bombalayarak bir buharlı gemi ve bir motorlu uskuna batırdı.  Türk gemileri, iki Rus dretnotu Sivastopol’den ayrılıp onlara saldırmadan geri dönebilmek için kuzeye yöneldiler. Gemiler İstanbul’a dönünce, Yavuz eylül ayına dek sürecek olan pervane şaftı bakımına alındı.

Osmanlı’nın içinde bulunduğu kömür kıtlığı gittikçe kötüleşince, Amiral Souchon Yavuz ve Midilli’nin faaliyetlerine 1917 boyunca ara verme kararı aldı.  Eylül ayında Koramiral Rebeur-Paschwitz Amiral Souchon’un yerine gemilerin komutasını aldı. Bolşevik devriminin ardından Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Aralık 1917’de ateşkes ilan edilmesi ve Mart 1918’de Brest Litovsk Barış Antlaşması’nın imzalanması sonucunda Anadolu’dan tekrar kömür sevkiyatı başladı.

1918

20 Ocak 1918’de Yavuz ve Midilli Koramiral Rebeur-Paschwitz komutasında Çanakkale Boğazı’ndan çıktılar. Rebeur-Paschwitz’un amacı Filistin cehpesindeki İtilaf Devletleri gemilerini kendi üzerine çekerek Türk askerlerini rahatlatmaktı.  Boğaz çıkışında Yavuz, İmroz (Gökçeada) Deniz Muharebesi olarak adlandırılan çatışmada, Gökçeada’da demirli duran ve kendilerini koruması gereken ön-dretnotlar tarafından korunmayan iki İngiliz savaş gemisi HMS Raglan ve HMS M28’i gafil avlayarak batırdı. Rebeur-Paschwitz daha sonra Mondros Limanı’na saldırmaya karar verdi, orada İngiliz ön-dretnotu HMS Agamemnon Türk gemilerine saldırmak için istim alarak hazırlık yapıyordu.  Yolculuk sırasında Midilli birçok mayına çarparak battı, Yavuz da üç mayına çarpmıştı. İngiliz destroyerleri HMS Lizard ve HMS Tigress’in takibi altında Çanakkale’ye doğru çekilen  Yavuz, Çanakkale Boğazı girişinde Nara Burnu dolaylarında bilinçli olarak karaya oturtuldu.  İngilizler karaya oturmuş olan Yavuz’a Kraliyet Donanması Hava Kuvvetleri’nin 2. filosunun bombardıman uçaklarıyla saldırı düzenlediler ve iki isabet sağladılar, ancak uçakların attığı hafif bombalar gemiye ciddi bir hasar veremedi. Monitör tipi savaş gemisi HMS M17 24 Ocak gecesi Yavuz’a topçu ateşi açtı, ancak yalnızca on mermi attıktan sonra Türk sahil bataryalarının ateşinden kaçmak zorunda kaldı.  HMS M17’den sonra HMS E14 denizaltısı gemiyi batırması için görevlendirildi, ancak geç kalmıştı; eski Alman ön-dretnotu Turgut Reis Yavuz’u kurtararak İstanbul’a kadar çekti. Yavuz ciddi bir hasar almıştı, bir kez daha gemi teknesini onarmak için geçici sandık barajlar kuruldu,  tamiratlar 7 Ağustos-19 Ekim arası sürdü.

Yavuz, Brest Litovsk Barış Antlaşması imzalandıktan sonra 30 Mart 1918’de Osmanlı mütareke komisyonu üyelerini taşıyan gemilere Odessa’ya kadar eskortluk yaptı. İstanbul’a dönüşünün ardından mayıs ayında tekrar denize açılarak Sivastopol’e vardı, burada teknesi temizlendi ve tamir edildi. Yavuz ve birçok destroyer 28 Haziran’da kalan Sovyet savaş gemilerini enterne etmek üzere Novorossiysk’e doğru yola çıktı, ancak Türk gemileri vardıklarında Sovyet gemileri mürettebatları tarafından batırılmışlardı. Destroyerler bölgede kaldı, Yavuz ise Sivastopol’e döndü. 14 Temmuz’da gemi kuru havuza alındı ve savaşın sonuna dek orada kaldı. Sivastopol’deyken teknenin altındaki midyeler temizlendi. Yavuz daha sonra İstanbul’a döndü, burada mayın hasarının tamiri için beton sandık barajlar kurularak 7 Ağustos-19 Ekim arası mayından hasar gören üç kısımdan biri tamir edildi.

2 Kasım’da Alman donanması geminin mülkiyetini resmi olarak Türk hükümetine devretti.  Sevr Antlaşması şartları gereği Yavuz’un savaş tazminatı olarak İngiliz Kraliyet Donanması’na teslim edilmesi gerekliydi. Ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı dolayısıyla Sevr Anlaşması uygulanamadı. Türklerin Kurtuluş Savaşı’ndaki zaferi üzerine 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nda ise yeni Türkiye Cumhuriyeti, Yavuz da dahil olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun donanmasının büyük bir kısmını elde tutmayı başardı.

I. Dünya Savaşı sonrası ve Cumhuriyet dönemi

Türkiye tarafından 1920’ler boyunca ortaya konan birçok denizcilik politikası arasında tek tutarlı nokta, Yavuz’un onarılarak yeni cumhuriyetin donanmasının bayrak gemisi olmasıydı.  Gemi 1926 yılına dek İzmit’te terk edilmiş bir durumda kaldı; sadece iki kazanı çalışır durumdaydı, hareket edemiyordu ve 1918 yılında çarptığı iki mayından kalan hasar hala tamir edilmemişti.  Açık denizde batma riski çok fazla oluğu için Yavuz’u tamiratlar için başka bir ülkeye göndermek mümkün değildi, bu sebeple yeterli bütçe ayrıldıktan sonra Almanya’dan 26.000 tonluk bir yüzer havuz satın alındı. Aralık 1926’da Fransız şirketi Atelier et Chantiers de St. Nazaire-Penhöet ile geminin Gölcük Donanma Tersanesi’nde tam bir onarım ve yenilemeye girmesi konusunda anlaşmaya varıldı.  Tamiratlar 1927 yılında başladı, ancak tamiratlar esnasında yüzer havuzun birçok bölümü çöktü. Yavuz bu çökmeden hafif hasar gördü, yüzer havuzun tamiratı geminin onarım sürecinin uzamasına sebep oldu. Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz yüzer havuzun alımında yolsuzluk yapılmasına ilişkin soruşturma sonucunda görevden alındı ve milletvekilliği düşürüldü.  Yolsuzluk iddiaları sonucunda gecikmeler arttı ve sonunda Denizcilik Bakanlığı lağvedildi. Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, yolsuzluk soruşturmasının ardından tüm donanma inşa programlarını yavaşlattı. Yavuz’un tamirinin devamı, Eylül 1928’de Yunan Donanması’nın Ege Denizi’nde yaptığı büyük çaplı tatbikatın ardından Türk hükümetinin Yunan deniz üstünlüğüne karşı önlem alma kararını vermesinden sonra önem kazandı.  Türk hükümeti ayrıca İtalyan tersanelerine dört destroyer ve iki denizaltı siparişi verdi.  Bunun üzerine Yunan hükümeti, Türklere 10 yıl boyunca deniz kuvvetlerinin sınırlandırılmasına ilişkin Washington Anlaşması benzeri bir anlaşma yapma teklifi sundu. Teklife göre Yavuz tekrar hizmete alınmayacak, Yunanlar ise iki yeni kruvazör inşa etme hakkına sahip olacaktı. Türk Hükümeti, Yavuz’u Sovyet Donanması’nın Karadeniz’deki gücünü dengelemek için kullanmayı hedeflediğini açıklayarak teklifi reddetti.  Bu cevap üzerine Yunan hükümeti iki destroyer siparişi verdi.

Geminin tamiratı sırasında geminin mayınlardan gördüğü hasar tamir edildi, deplasmanı 23.100 tona yükseltildi ve teknesi elden geçirildi. Uzunluğu yarım metre azalan geminin genişliği 10 cm kadar arttı. Modernizasyon kapsamında Yavuz’un buhar kazanları yenilendi ve ana topları için Fransa’dan alınan ateş kontrol sistemi kuruldu. Kazamatlarda yer alan iki 15 cm’lik top kaldırıldı.  Jutland Muharebesi’nin ardından diğer devletler gemilerinin cephaneliklerini koruyan zırhları kalınlaştırma yoluna gittiler, ancak tamirat sırasında Yavuz’un cephaneliğini koruyan 5 cm’lik (2 inç) zırh koruması arttırılmadı.  Yavuz 1930 yılında Türk Donanması’na tekrar katılarak donanmanın bayrak gemisi oldu.  Onarım ve modernizasyonların ardından yapılan testlerde hız denemesinde beklenenden başarılı oldu, silah ve atış kontrol testleri de son derece başarılıydı. Yavuz’la beraber savaş grubunu oluşturacak dört destroyer de 1931 ve 1932 yıllarında hizmete alındılar; ancak bu destroyerlerin performansı tasarım özelliklerine hiçbir zaman ulaşamadı.  Yavuz’un tekrar hizmete girmesi planları üzerine Sovyet Donanması Parizhskaya Kommuna zırhlısı ve Profintern hafif kruvazörünü 1929 sonlarında Baltık Denizi’nden Karadeniz’e transfer ederek Türk donanması ile eşitlik sağlamaya çalıştı.

Geminin adı 1930 yılında resmi olarak Yavuz Sultan Selim’den Yavuz Selim’e, 1936’da ise Yavuz’a çevrildi.  Yavuz, 1933’te Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’yü Varna’dan İstanbul’a taşıdı. Sonraki yıl Türkiye’yi ziyarete gelen İran Şahı’nı Trabzon’dan Samsun’a götürdü.  1938 yılında kısa bir yenilemeden geçen Yavuz, Kasım 1938’e Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşını İstanbul’dan İzmit’e taşıdı. 1937 yılında Yavuz ve donanmanın diğer gemileri İngiliz Donanma Ataşesi tarafından kısmen zayıf hava savunma silahları sebebiyle “modası geçmiş” olarak değerlendirildi. 1938’de Türk hükümeti donanmasını genişletme planlarına başladı.  Bu planlara göre deniz filosu iki adet 10.000 tonluk kruvazör ve on iki destroyerden oluşacak, Yavuz ise 1945’te ikinci kruvazörün hizmete girmesine dek donanmada kalacaktı. Donanma ayrıca 1950-1960 yılları arasında 23.000 tonluk bir gemi daha inşa etmeyi planlıyordu. Hükümetin planları yaklaşan II. Dünya Savaşı sebebiyle tüm tersanelerin kendi ülkeleri için savaş gemisi üretmeye öncelik vermesinden dolayı uygulanamadı.

Yavuz II. Dünya Savaşı boyunca hizmette kaldı. Kasım 1939’da Yavuz ve Parizhskaya Kommuna Karadeniz’deki en büyük iki gemiydi. Life dergisinin bir haberine göre Yavuz, Sovyet gemisinin bakımsız durumu sebebiyle Karadeniz’de üstün olan gemiydi.  1941 yılında geminin uçaksavar bataryaları güçlendirilerek dört 88 mm, on 40 mm ve dört 20 mm uçaksavar topu eklendi. Daha sonra bu rakamlar yirmi iki 40 mm ve yirmi dört 20 mm topa yükseltildi.  Nisan 1946’da Amerikan zırhlısı USS Missouri, hafif kruvazör USS Providence ve destroyer USS Power, Türk büyükelçisi Münir Ertegün’ün naaşını İstanbul’a getirdiler. Yavuz gemileri İstanbul Boğazı girişinde karşıladı. Burada Yavuz ve Missouri 19’ar pare top atışı ile birbirlerini selamladılar.  1948’den sonra gemi Gölcük  veya İzmit  dolaylarında kaldı.

Yavuz, 20 Aralık 1950’de aktif görevden alındı, 1952 yılında Türkiye’in NATO’ya üye olmasıyla B70 borda numarasını aldı  ve 14 Kasım 1954’te donanma envanterinden düşüldü.  Türk hükümeti 1963 yılında Alman hükümetine Yavuz’u satın almaları için teklifte bulundu, fakat teklif reddedildi.  Türk hükümeti gemiyi 1971’de sökülmek üzere M.K.E. Seyman’a sattı. 7 Haziran 1973’te söküm alanına çekilen Yavuz, Şubat 1976’da tam olarak sökülmüştü.  Söküldüğü zaman, tüm dünya donanmalarında kalan tek drednottu.

16 Aralık 2015 Gelibolu Şehitlik Turu

Gelibolu Şehitlik Turu

TUR ADI: Gelibolu Şehitlik Turu

TUR TARİHİ: 16 Aralık 2015 Çarşamba

TUR SÜRESİ: Günübirlik

DURUM: Kesin Hareketli

KONTENJAN: Müsait

BAŞLANGIÇ SAATİ:16 Aralık 2015 Çarşamba – 09.00
HAREKET NOKTASI: Çanakkale Feribot İskelesi
BAŞLANGIÇ TARİHİ:16 Aralık 2015 Çarşamba – 18.00

TUR PROGRAMI

* 16 Aralık 2015 Çarşamba Vitalis Kültür Kafe’de (Çanakkale Feribot İskelesi Eski Rektörlük Binası ) Buluşma ve Hareket ( Şehir içinde konaklayan misafirlerimiz ücretsiz otel veya pansiyonlarından alınıp yine bırakılırlar)

* Muhteşem boğaz manzarası eşliğinde Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’na kıtalararası bir yolculuk

Çanakkale Deniz Muharebeleri:

Kilitbahir Kalesi – Namazgah Tabyası ve Müzesi – Rumeli Mecidiye Tabyası ve Seyit Onbaşı Anıtı

Çanakkale Kara Muharebeleri

I. Kuzey Cephesi

Bigalı Köyü Atatürk Evi – Anzac Koyu ve Tören Alanı – Mehmetçiğe Saygı Anıtı

Kanlı Sırt – Kırmızı Sırt istikametinde tüneller ve siperler arasından orijinal savaş yolu yürüyüşü -57. Alay Şehitliği – Mehmet Çavuş Anıtı –Cesarettepe-Arıburun Yarları – Kılıçbayırı

Talat Göktepe Anıtı –Mehmetçik Parkı 261. Rakımlı Tepe – Conkbayırı Conkbayırı Atatürk ve Yeni Zelanda Anıtları – Atatürk’ün Saatinden Vurulduğu Yer – Gözetleme Yeri

II. Güney Cephesi

Şahindere Sargı Yeri Şehitliği – Soğanlı Dere Sargı Yeri Şehitliği – Havuzlar Şehitliği

Çanakkale Şehitleri Abidesi – Morto Koyu’nda  Boğaz Manzarası Eşliğinde Çay Keyfi

Ertuğrul Koyu Tabyası – Yahya Çavuş Anıtı ve Şehitliği – Seddülbahir Köyü – Kanlı Dere

Alçıtepe (Kirte) Köyü Salim Mutlu Müzesi – Zığındere Hastane Şehitliği – Nuri Yamut Anıtı

* 17.30 – 18.30 Arası Çanakkale’ye Dönüş

Kişi Başı Ücret: Herşey Dahil 60.- TL ( 0-6 Yaş Çocuklar 35.- TL )

Ücrete Dahil Hizmetleri

  • Rehberlik Hizmeti
  • Öğle Yemekleri  ( yemek esnasında içecekler ekstradır )
  • Müze Girişleri
  • Feribot Geçişleri
  • Turistik Araçlarla Ulaşım
Gelibolu Şehitlik Turu
Gelibolu Şehitlik Turu

15 Kasım 2015 Gelibolu Şehitlik Turu; Kesin hareketli Çanakkale çıkışlı günübirlik Gelibolu Çanakkale Şehitlik Turu

Turgut Reis (zırhlı)

Turgut Reis veya SMS Weißenburg,  Alman İmparatorluğu Donanması’nın ilk okyanus ötesi savaş gemilerinden biridir.  Alman İmparatorluğu Donanması’nın ardından son olarak Osmanlı Donanması’nda görev yapmıştır. Alman İmparatorluğu’nda 1890’larda yapılan Brandenburg sınıfı dört ön-dretnot zırhlısından üçüncüsüdür (Diğer üçü Brandenburg, Wörth ve Kurfürst Friedrich Wilhelm (Barbaros Hayreddin)). 1890 yılında AG Vulcan firmasının Stettin tersanesinde inşası başlamış, 1891’de denize indirilmiş, 1894 yılında tamamlanmıştı. Brandenburg sınıfı zırhlılar, üç adet ikiz tarette taşıdıkları altı büyük kalibre top ile, dönemin standardı olan iki adet ikiz taret taşıyan zırhlılardan farklıydılar. İngiliz Kraliyet Donanması, bu gemilere “whaler” (balina gemisi) adını vermişti. Turgut Reis, kendisiyle aynı sınıftan gemiler olan SMS Brandenburg, SMS Wörth, ve SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm (sonraki Barbaros Hayreddin) ile aynı yıllarda suya indi.

Weissenburg Alman Donanması’ndaki görev süresi boyunca az sayıda aktif görevde bulundu. Üç kardeş gemisiyle beraber 1900-01 yıllarında Çin’deki Boxer Ayaklanması’nda görev yaptı. Gemi 1902-1904 yılları arasında büyük çaplı bir modernizasyondan geçti. 1910 yılında Weissenburg Osmanlı İmparatorluğu’na satılarak Turgut Reis adını aldı. Osmanlı hizmetinde Balkan Savaşları’nda görev aldı, Aralık 1912 ve Ocak 1913’te Yunan donanmasına karşı iki muharebeye katıldı. Gemi, görece düşük hızı sebebiyle I. Dünya Savaşı’nda önemli rol oynamadı. I. Dünya Savaşı sonunda savaş tazminatı olarak Japon İmparatorluğu’na verildi, ancak Japon İmparatorluğu gemiye el koymayarak 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’ne iade etti.  1924-1933 yılları arasında Gölcük’te sabit okul gemisi olarak görev yaptı. 1933-1950 yılları arasında tersane işçileri için yatakhane olarak kullanıldı.  24 Haziran 1936’da sökülmüş silahlarından ikisi Çanakkale’de Çanakkale Boğazı’nı savunmak üzere Turgut Reis Bataryası adı ile Güzelyalı sırtlarında bir tabyaya monte edildi. Günümüzde de ikiz 28 cm’lik top tareti görülebilmektedir.  Turgut Reis 1956-57 yıllarında hurdaya ayrılarak söküldü.

İnşası

Weissenburg, Burdenburg sınıfında inşa edilen üçüncü gemiydi. Savaş gemisi C adı altında ısmarlandı, Stettin’deki AG Vulcan tersanesinde 1890 yılında 199 inşa numarasıyla kızağa kondu.  30 Haziran 1891’de denize indirildi. Sınıfında denize indirilen üçüncü gemi olan Weissenburg, Alman filosuna kardeş gemisi Branderburg ile birlikte 29 Nisan 1894’te katıldı.

Weissenburg, 115.7 m uzunluğa, 19.5 m genişliğe sahipti, daha sonra torpido şebekesinin de eklenmesi ile 19.74 m oldu. Geminin su çekimi burunda 7.6 m, kıç kısmında ise 7.9 m idi. Geminin tasarım ağırlığı 10,013 ton, maksimum deplasmanı 10,670 ton idi. Gemi iki adet üç silindirli üçlü genleşmeli motora sahipti, toplamda 10,228 beygir gücünde idi ve 16.9 knot (31.3 km/s; 19.4 mph) hız yapabiliyordu.

Gemi, üç zırhlı tarette taşıdığı altı adet ağır topuyla döneminin zırhlılarından farklıydı. Zamanın gemileri iki tarette dört top taşımaktaydı.  Geminin baş ve kıç kısımlarındaki taretlerde 28 cm’lik K L/40 toplar  bulunuyordu. Geminin ikincil silahları kazamatlara monte edilmiş sekiz adet 10.5 cm SK L/35 hızlı ateşlemeli top ve sekiz adet 8.8 cm SK L/30 hızlı ateşlemeli toptan oluşuyordu. Weissenburg’un silah sistemi su kesimi üstündeki hareketli kundaklara monte edilmiş altı adet 45 cm’lik torpido tüpü ile tamamlanmıştı.  Ana bataryası döneminin diğer zırhlılarına kıyasla daha güçlü olmasına rağmen, ikincil silahları daha zayıftı.

Hizmet dönemi

Hizmete girişinin ardından Weissenburg, üç kardeş gemisiyle birlikte I. Savaş Filosu’nun I. bölüğüne atandı. Brendenburg sınıfı gemiler I. Bölük’te yer alırken, daha eski dört Sachsen sınıfı zırhlı firkateyn II. Bölük’te görevliydi. Brandenburg sınıfı gemiler Çin’deki görevlerinden döndüklerinde II. Bölük’teki Sachsen sınıfı gemiler daha yeni olan Kaiser Friedrich III sınıfı zırhlılarla değiştirilmişti.

Boxer ayaklanması

Weissenburg’un katıldığı ilk büyük operasyon, 1900 yılında I. Bölük’ün Çin’deki Boxer Ayaklanması’nı bastırmakla görevlendirilmesi oldu.  Alman denizaşırı gücü Mareşal Alfred von Waldersee komutasında dört Brandenburg sınıfı zırhlı, altı kruvazör, on ikmal gemisi, üç torpido bot ve altı deniz piyade alayından oluşuyordu.  Amiral Alfred von Tirpitz, gereksiz ve maliyetli olduğu gerekçesiyle bu gücün konuşlandırılmasına karşı çıkmıştı. Filo Pekin kuşatmasının bitmesinden sonra Çin’e varmasına rağmen Kiaochow çevresindeki ayaklanmaların bastırılmasında görev aldı. Operasyon, Alman hükümetine 100 milyon marktan daha pahalıya mal oldu.

Modernizasyonu ve Osmanlı Donanması’ndaki hizmeti

1902 yılında Çin’den dönen Weissenburg, Wilhelmshaven’deki Kaiserliche Werft tersanesinde kapsamlı olarak yeniden inşa edildi.  Yeniden donatımının ardından 1904 yılında aktif donanma görevine geri döndü. Yenilenmesine rağmen Brendenburg sınıfı zırhlılar modern İngiliz gemisi HMS Dreadnought’un 1906 yılında göreve başlamasıyla demode hale geldiler. Sonuç olarak Alman donanmasındaki hizmet kariyerleri kısa sürdü.  12 Eylül 1910’da sınıfının en gelişmiş gemileri olan Weissenburg ve Kurfürst Friedrich Wilhelm Osmanlı İmparatorluğu’na satılarak 16. yüzyıl Osmanlı amiralleri Turgut Reis ve Barbaros Hayrettin anısına sırasıyla Turgut Reis ve Barbaros Hayreddin olarak adlandırıldılar.  Bir yıl sonra, Eylül 1911’de İtalya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Turgut Reis, Barbaros Hayreddin ve eski bir zırhlı olan Mesudiye Temmuz ayından beri yaz eğitimleri için açık denizde oldukları için savaşa hazırdılar, ancak gemiler savaş boyunca limanları terk etmediler.

Balkan Savaşları

İlk Balkan Savaşı, Balkan Ligi ülkelerinin Osmanlı Devleti’ne Ekim 1912’de saldırmasıyla başladı. Osmanlı Donanması’ndaki çoğu gemi gibi Turgut Reis de bakımsızlık sebebiyle kötü durumdaydı. Savaş boyunca Turgut Reis filonun diğer gemileriyle beraber ağır silah eğitimleri, asker taşıyan konvoyların korunması ve kıyı tesislerini bombalama gibi görevlerde kullanıldı.  17 Kasım 1912’de Barbaros Hayreddin ve Mesudiye, Birinci Ordu’yu destekleme görevinde bulundular. Bu görevde kıyıdaki topçu gözlemcilerinin yardımıyla Bulgar pozisyonlarına ateş açıldı. Atışlar etkisiz olmasına rağmen Çatalca’da savunma hattında bulunan Osmanlı askerleri için moral desteği sağladı.  Saat 17.00 itibarıyla Bulgar piyadeleri bombardımanın psikolojik etkisiyle hücumdan vazgeçip başladıkları noktaya geri döndüler.

1912 yılının sonlarına doğru Osmanlı filosu, Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alan Yunan filosuna karşı saldırı denemesinde bulundu. Bu dönemde filonun bayrak gemisi Barbaros Hayreddin’di. İki filo, 16 Aralık 1912’de İmroz Deniz Muharebesi ve 18 Ocak 1913’te Mondros Deniz Muharebesi olmak üzere iki muharebeye girdi. İlk muharebe Osmanlı’nın kıyı bataryalarının menzili dahilinde gerçekleşti, iki tarafın gemilerinin de hafif hasar aldığı bu muharebede Osmanlı filosu ablukayı yarmayı başaramayarak Çanakkale Boğazı’na geri çekildi. Osmanlı filosu Çanakkale’den sabah 09.30’da açıldı, küçük gemiler boğazın girişinde kalırken zırhlılar kıyıyı takip ederek kuzeye doğru ilerlediler. Limni adasından yola çıkan, zırhlı kruvazör Georgios Averof ve üç Hydra sınıfı ironclad zırhlıyı da içeren Yunan filosu, rotalarını kuzeydoğuya çevirerek Osmanlı filosunun ilerlemesini engellemeye çalıştı. Saat 09.50’de Osmanlı gemileri Yunan filosuna yaklaşık 14,000 metre mesafeden ateş açtı. Yunan gemileri on dakika sonra ateşe karşılık verdi, bu sırada iki filo arasındaki mesafe 7,800 metreye inmişti. Saat 10.04’te Osmanlı filosu on altı noktalı bir dönüş yaparak rotasını Çanakkale Boğazı’na çevirdi.  Bir saat içinde Osmanlı filosu boğazın güvenli kısmına ulaşmıştı. Bu muharebe, Osmanlı filosunun ablukayı delememesi sebebiyle Yunan zaferi olarak belirtilmektedir.

Barbaros Hayreddin’in katıldığı ikinci muharebe olan Mondros Deniz Muharebesi ise, Osmanlı filosunun hızlı Georgios Averof gemisini Çanakkale’den uzağa çekme planı sonucunda gerçekleşti. Bu amaçla korumalı kruvazör Hamidiye Yunan ablukasından kaçarak Ege Denizi’ne açıldı. Osmanlı kruvazörünün yarattığı tehdide rağmen Yunan filosunun komutanı Georgios Averoff’u ana filodan ayırarak Hamidiye’nin peşinden göndermedi. Osmanlı filosu, planlarının işe yaradığını düşünerek 18 Ocak sabahı Çanakkale’den ayrıldı. Barbaros Hayreddin, Turgut Reis ve diğer gemilerden oluşan filo, Limni adasına doğru yola çıktı. Yunan zırhlı kruvazörü Georgios Averof, Osmanlı filosunu Limni adasının 12 mil açığında karşıladı. Planlarının işe yaramadığını gören Osmanlı filosu geri çekilmeye başladı. Çekilme sırasında, saat 11.25 itibarıyla Osmanlı gemileri ile Georgios Averof arasında uzun menzilli bir topçu düellosu başladı. Çatışmanın sonlarına doğru hızlı Georgios Averof Osmanlı gemilerine 4,600 metreye kadar yaklaşarak birçok isabet kaydetti.  Muharebe sırasında hem Turgut Reis, hem de kardeş gemisi Barbaros Hayreddin’in birer barbeti devre dışı kaldı ve iki gemide de yangın çıktı. Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, çoğu 28 cm’lik ana bataryalarından olmak üzere 800’den fazla mermi attılar, ancak bu atışlar etkili olmadı. Mondros Deniz Muharebesi, Osmanlı donanmasının I. Balkan Savaşı boyunca Ege Denizi’ne açılmaya çalıştığı son muharebe oldu.

8 Şubat 1913’te Osmanlı donanması, ordunun Şarköy’e yaptığı çıkartmaya destek sağladı. Turgut Reis ve Barbaros Hayreddin, iki küçük kruvazör ile kıyının bir kilometre açığından topçu desteği sağladı.  Kıyıya çıkan Osmanlı ordusunun sağ kanadını donanma korudu. Turgut Reis, kardeş gemisi Barbaros Hayreddin’in arkasında ikinci sıradan ateş açtı.  Bulgar ordusunun sert direnişi, Osmanlı ordusunun geri çekilmesine sebep oldu. Geri çekilme operasyonu Turgut Reis ve diğer gemilerin ateş desteği sayesinde başarılı oldu. Savaş sırasında Turgut Reis 10.5 cm’lik toplarından 225, 8,8 cm’lik toplarından ise 202 mermi attı.

Mart 1913’te gemi Karadeniz’e dönerek Çatalca’da Bulgar saldırılarına direnen Osmanlı ordusuna destek verdi. 26 Mart’ta Turgut Reis ve Barbaros Hayreddin, 28 cm ve 10,5 cm’lik toplarından attıkları mermilerle Bulgar 1. Piyade Tümeni’ne bağlı 2. Tugay’ın saldırısını geri püskürttüler.  30 Mart’ta Osmanlı cephesinin sol kanadı geri çekilen Bulgar ordusunu takibe başladı. Ordunun takibi hem sahra topçusu, hem de Turgut Reis’in ağır topları ile desteklendi. Osmanlı ordusunun hücumu, geceye kadar 1,500 metreye yakın bir ilerlemeyle sonuçlandı. Bu ilerleme üzerine Bulgar ordusu 1. Tugay’ı cepheye çekerek Osmanlı ordusunun ele geçirdiği bölgeyi aldı, böylece Osmanlı ordusunu başladığı noktaya geri sürdü.

I. Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı, 1914 yazında Avrupa’da patlak vermiş, ancak Osmanlı Devleti, sonradan kendi donanmasına kattığı SMS Goeben gemisinin Sivastopol’ü bombalamasıyla Rusya, Fransa ve Büyük Britanya’ya karşı savaş ilan ettiği Kasım ayı başlarına kadar tarafsız kalmıştır.  1914 ve 1915 yılları arasında geminin bazı silahları sökülerek, Çanakkale’de kıyı savunmasında kullanılmıştır.  19 Ocak 1918’de Yavuz Sultan Selim ve hafif kruvazör Midilli, Çanakkale Boğazı’ndan çıkarak İngiliz monitör tipi gemilerine saldırdılar. Osmanlı gemileri hızlı saldırılarıyla HMS Raglan ve HMS M28’i batırdıktan sonra Çanakkale’ye dönüşe geçtiler. Dönüş yolunda Midilli beş mayına çarpıp battı, Yavuz Sultan Selim ise üç mayına çarparak hasar aldı ve iskeleye doğru yatmaya başladı. Gemi kaptanının hatalı emirleri sonucu Yavuz Sultan Selim karaya oturdu. Gemi, 25 Ocak’ta Turgut Reis bölgeye ulaşıp kurtarma çalışmasına başlayana dek karaya oturmuş durumda neredeyse bir hafta geçirdi. Turgut Reis, aynı günün öğleden sonrasında Yavuz Sultan Selim’i yedeğe alarak kurtardı.

Turgut Reis I. Dünya Savaşı’nın sonunda aktif hizmetten çıkartıldı. 1924 yılında eğitim gemisi olarak belirlendi. Bu dönemde geminin altı adet 28 cm’lik topundan sadece ikisi yerinde duruyordu.  Geminin ekipmanları 1938 yılında söküldü.  1956-57 yıllarında hurdaya ayrılarak söküldü.

Barbaros Hayreddin (zırhlı)

Barbaros Hayreddin veya SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm, okyanus ötesi sefer yapabilen bir Alman zırhlısıdır.  Alman İmparatorluk Donanması ve sonrasında Osmanlı Donanması’nda görev yapmıştır. Geminin orijinal adı Prusya dükü ve Brandenburg seçici prensi olan I. Frederick William’dan gelmektedir.  Brandenburg sınıfının dördüncü pre-dreadnought gemisi idi (Diğer üçü Brandenburg, Weißenburg (Turgut Reis) ve Wörth). 1890 yılında Kaiserliche Werft Wilhelmshaven’da inşa çalışmaları başladı, 1891’de denize indirildi ve 1893’te tamamlandı. Geminin yapımı 11,23 milyon marka mal oldu. Brandenburg sınıfı savaş gemileri üç zırhlı tarette taşıdıkları altı ana top ile, diğer donanmaların iki tarette dört top taşıyan gemilerine kıyasla daha modern bir tasarımdı.

Kurfürst Friedrich Wilhelm Alman İmparatorluk Donanması’ndaki görev süresi boyunca az sayıda aktif görevde bulundu. Üç kardeş gemisiyle beraber 1900-1901 yıllarında Çin’deki Boxer Ayaklanması’nda görev yaptı. Gemi 1904-1905 yıllarında büyük çaplı yenilemeden geçti. 1910 yılında Kurfürst Friedrich Wilhelm Osmanlı İmparatorluğu’na satılarak Barbaros Hayreddin adını aldı. Osmanlı hizmetinde Balkan Savaşları’nda görev aldı, Aralık 1912 ve Ocak 1913’te Yunan donanmasına karşı iki muharebeye katıldı, savaş boyunca Trakya’da Osmanlı kara kuvvetlerine destek sağladı. 8 Ağustos 1915’te Çanakkale’de İngiliz denizaltısı HMS E11 tarafından torpidolanarak batırıldı.

İnşası

Kurfürst Friedrich Wilhelm, sınıfının dördüncü ve son savaş gemisi idi. Savaş gemisi D adı altında ısmarlandı, Kaiserliche Werft Wilhelmshaven’da 1890 yılında kızağa kondu. 30 Haziran 1891’de denize indirildi. 29 Nisan 1894 tarihinde Alman İmparatorluk Donanması’nda göreve başladı, aynı gün kardeş gemisi olan SMS Brandenburg’ta göreve başladı.  Kurfürst Friedrich Wilhelm, Alman donanmasına 11,23 milyon marka mal oldu.

Kurfürst Friedrich Wilhelm, 115.7 m uzunluğa, 19.5 m genişliğe sahipti, daha sonra torpido şebekesinin de eklenmesi ile 19.74 m oldu. Geminin su çekimi, burunda 7.6 m, kıç kısmında ise 7.9 m idi. Geminin tasarım ağırlığı 10,013 ton, maksimum deplasmanı 10,670 tondu. Gemi iki adet üç silindirli üçlü genleşmeli motora sahipti, toplamda 10,228 beygir gücünde idi ve 16.9 knot (31.3 km/s; 19.4 mph) hız yapabiliyordu.

Dönemi için sıra dışı olan Kurfürst Friedrich Wilhelm, bordasındaki üç zırhlı tarette toplam altı adet top mevcuttu. Zamanın gemileri iki tarette toplam dört top taşımaktaydı, Kurfürst Friedrich Wilhelm ana silahları açısından oldukça moderndi.  Geminin burun ve kıç kısımlarındaki taretlerde 28 cm’lik K L/40 toplar,  ortada ise daha küçük olan L/35 topları bulunuyordu. İkincil silahları olan sekiz adet 10.5 cm’lik SK L/35 hızlı topları ve sekiz adet 8.8 cm’lik SK L/30 topları ise kazamata takılı idi. Kurfürst Friedrich Wilhelm’in silah donanımı su çekiminin yukarısına monteli hareketli kundaklarda yer alan 6 adet 45 cm’lik torpido tüpü ile tamamlanmıştı.

Hizmet dönemi

Görevlendirilmesinin ardından üç kardeş gemisiyle beraber birinci filoya katıldı.  Birinci filo, ikinci filodaki dört eski zırhlı fırkateyn “Sachsen”ler tarafından destekleniyordu. 1901 yılında bu gemiler, “Kaiser Friedrich III” sınıfı savaş gemileriyle değiştirildi.  “Kaiser Friedrich Wilhelm” ise, 1897 yılı baharından sonbaharına, 1898 yılı Ekim ayından, 1899 yılı Eylül ayına kadar üzerinde seyrüsefer subayı olarak görev yapan Amiral Reinhard Scheer ve Franz von Hipper’in de aralarında bulunduğu, Açık Deniz Filosu’nun sonraki komutanları için bir yetişme sahasıydı.

Boxer ayaklanması

“Kurfürst Friedrich Wilhelm”, ilk büyük operasyonunu 1900 yılında, Boxer ayaklanması sırasında birinci filonun Çin’e konuşlandırılmasıyla yaşadı. Çinli milliyetçiler, Pekin’deki yabancı temsilcilikleri kuşattı ve Alman bakanı öldürdüler. Bu süreçte Çin’de olan askerler Boxerleri yenemedi.  Alman Doğu Asya Filosu; SMS Kaiserin Augusta, SMS Hansa, SMS Hertha korumalı kruvazörleri, SMS Irene ve SMS Gefion kruvazörleri ile SMS Jaguar ve SMS Iltis gambotlardan oluşuyordu.

Sefer kuvvetleri, Mareşal Alfred von Waldersee’nin yönetimindeki dört “Brandenburg”, altı kruvazör, on yük gemisi, üç torpido botu ve altı deniz alayından oluşmaktaydı.  Amiral Alfred von Tirpitz, gereksiz ve maliyetli gördüğü plana karşı çıktı. Kuvvetler, 1900 Eylül’ünde Çin’e ulaştığında Pekin’in kuşatılması çoktan sona ermişti.  Bunun bir sonucu olarak, kuvvetler Jiaozhou Körfezi civarlarında çıkan isyanları bastırdılar. Operasyon, Alman devletine 100 milyon marktan daha pahalıya mal oldu.

Modernizasyonu ve Osmanlı Donanması’ndaki hizmeti

1904 yılında Barbaros Hayreddin, Kaiserliche Werft tersanesinde ciddi bir yeniden inşa çalışmasına alındı. 1905 yılında tekrar denize açıldı ve Alman donanmasında görevine kaldığı yerden devam etti. Fakat 1906 yılında Büyük Britanya’da Dreadnought savaş gemilerinin ortaya çıkması ile denizcilikte önemli bir ilerleme kaydedildi, Barbaros Hayreddin ve diğer kardeş gemileri hızlıca eskimiş sayıldı ve sonuç olarak görevleri sona erdi.  12 Eylül 1910 tarihinde sınıfının en gelişmiş gemilerinden olan Kurfürst Friedrich Wilhelm (Barbaros Hayreddin) ve Weißenburg (Turgut Reis), Osmanlı İmparatorluğu’na satıldı (Gemilerin yeni adları, 16. yüzyıldaki ünlü iki Osmanlı amiraline aittir).  Birçok eğitimli er, Osmanlı Donanması’na oldukça büyük gelen bu iki savaş gemisine sevkedildi. Bir yıl sonra, Eylül 1911’de İtalya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesiyle Trablusgarp Savaşı başladı. Turgut Reis, Barbaros Hayreddin ve eski bir zırhlı olan Mesudiye Temmuz ayından beri yaz eğitimleri için açık denizde oldukları için savaşa hazırdılar, ancak gemiler savaş boyunca limanları terk etmediler.

Balkan Savaşları

İlk Balkan Savaşı, Balkan Birliği ülkelerinin Osmanlı Devleti’ne Ekim 1912’de saldırmasıyla başladı. Osmanlı Donanması’ndaki çoğu gemi gibi Barbaros Hayreddin de bakımsızlık sebebiyle kötü durumdaydı. Savaş boyunca Barbaros Hayreddin filonun diğer gemileriyle beraber ağır silah eğitimleri, asker taşıyan konvoyların korunması ve kıyı tesislerini bombalama gibi görevlerde kullanıldı.  17 Kasım 1912’de Barbaros Hayreddin ve Mesudiye, Birinci Ordu’yu destekleme görevinde bulundular. Bu görevde kıyıdaki topçu gözlemcilerinin yardımıyla Bulgar pozisyonlarına ateş açıldı.  Zırhlının atışlarının etkisiz olmasına rağmen Çatalca’da savunma hattında bulunan Osmanlı askerleri için moral desteği sağladı.

1912 yılının sonlarına doğru Osmanlı filosu, Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alan Yunan filosuna karşı saldırı denemesinde bulundu. Bu dönemde filonun bayrak gemisi Barbaros Hayreddin‘di. İki filo, 16 Aralık 1912’de İmroz Deniz Muharebesi ve 18 Ocak 1913’te Mondros Deniz Muharebesi olmak üzere iki muharebeye girdiler. İlk muharebe Osmanlı’nın kıyı bataryalarının menzili dahilinde gerçekleşti, iki tarafın gemilerinin de hafif hasar aldığı bu muharebede Osmanlı filosu ablukayı yarmayı başaramayarak Çanakkale Boğazı’na geri çekildi.  Osmanlı filosu Çanakkale’den sabah 09.30’da açıldı, küçük gemiler boğazın girişinde kalırken zırhlılar kıyıyı takip ederek kuzeye doğru ilerlediler. Limni adasından yola çıkan, zırhlı kruvazör Georgios Averof ve üç Hydra sınıfı ironclad zırhlıyı da içeren Yunan filosu, rotasını kuzeydoğuya çevirerek Osmanlı filosunun ilerlemesini engellemeye çalıştı. Saat 09.50’de Osmanlı gemileri Yunan filosuna yaklaşık 14,000 metre mesafeden ateş açtı. Yunan gemileri on dakika sonra ateşe karşılık verdi, bu sırada iki filo arasındaki mesafe 7,800 metreye inmişti. Saat 10.04’te Osmanlı filosu on altı noktalı bir dönüş yaparak rotasını Çanakkale Boğazı’na çevirdi.  Bir saat içinde Osmanlı filosu boğazın güvenli kısmına ulaşmıştı. Bu muharebe, Osmanlı filosunun ablukayı delememesi sebebiyle Yunan zaferi olarak belirtilmektedir.

Barbaros Hayreddin’in katıldığı ikinci muharebe olan Mondros Deniz Muharebesi ise, Osmanlı filosunun hızlı Georgios Averof gemisini Çanakkale’den uzağa çekme planı sonucunda gerçekleşti. Bu amaçla Hamidiye Kruvazörü Yunan ablukasından kaçarak Ege Denizi’ne açıldı. Osmanlı kruvazörünün yarattığı tehdide rağmen Yunan filosunun komutanı Georgios Averoff’u ana filodan ayırarak Hamidiye’nin peşinden göndermedi. Osmanlı filosu, planlarının işe yaradığını düşünerek 18 Ocak sabahı Çanakkale’den ayrıldı. Barbaros Hayreddin, Turgut Reis ve diğer gemilerden oluşan filo, Limni adasına doğru yola çıktı. Yunan zırhlı kruvazörü Georgios Averof, Osmanlı filosunu Limni adasının 12 mil açığında karşıladı. Planlarının işe yaramadığını gören Osmanlı filosu geri çekilmeye başladı. Çekilme sırasında, saat 11.25 itibarıyla Osmanlı gemileri ile Georgios Averof arasında uzun menzilli bir topçu düellosu başladı. Çatışmanın sonlarına doğru hızlı Georgios Averof Osmanlı gemilerine 4.600 metreye kadar yaklaşarak birçok isabet kaydetti.  Muharebe sırasında hem Barbaros Hayreddin, hem de kardeş gemisi Turgut Reis’in birer barbeti devre dışı kaldı ve yandı. Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, çoğu 28 cm’lik ana bataryalarından olmak üzere 800’den fazla mermi attılar, ancak bu atışlar etkili olmadı.  Mondros Deniz Muharebesi, Osmanlı donanmasının I. Balkan Savaşı boyunca Ege Denizi’ne açılmaya çalıştığı son muharebe oldu.

8 Şubat 1913’te Osmanlı donanması, ordunun Şarköy’e yaptığı çıkartmaya destek sağladı. Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, iki kruvazör ile kıyının bir kilometre açığından topçu desteği sağladı.  Kıyıya çıkan Osmanlı ordusunun sağ kanadını donanma korudu. Bulgar ordusunun sert direnişi, Osmanlı ordusunun geri çekilmesine sebep oldu. Geri çekilme operasyonu Barbaros Hayreddin ve diğer gemilerin ateş desteği sayesinde başarılı oldu. Savaş sırasında Barbaros Hayreddin 10.5 cm’lik toplarından 250, 8.8 cm’lik toplarından ise 180 mermi attı.

Mart 1913’te gemi Karadeniz’e dönerek Çatalca’da Bulgar saldırılarına direnen Osmanlı ordusuna destek verdi. 26 Mart’ta Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, 28 cm ve 10.5 cm’lik toplarından attıkları mermilerle Bulgar 1. Piyade Tümeni’ne bağlı 2. Tugay’ın saldırısını geri püskürttüler.  30 Mart’ta Osmanlı cephesinin sol kanadı geri çekilen Bulgar ordusunu takibe başladı. Ordunun takibi hem sahra topçusu, hem de Barbaros Hayreddin’in ağır topları ile desteklendi. Osmanlı ordusunun hücumu, geceye kadar 1,500 metreye yakın bir ilerlemeyle sonuçlandı. Bu ilerleme üzerine Bulgar ordusu 1. Tugay’ı cepheye çekerek Osmanlı ordusunun ele geçirdiği bölgeyi aldı, böylece Osmanlı ordusunu başladığı noktaya geri sürdü.

I. Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı, 1914 yazında Avrupa’da patlak vermiş; ancak Osmanlı Devleti, sonradan kendi donanmasına kattığı SMS Goeben gemisinin Sivastopol’ü bombalamasıyla Rusya, Fransa ve Büyük Britanya’ya karşı savaş ilan ettiği Kasım ayı başlarına kadar tarafsız kalmıştır.  1914 ve 1915 yılları arasında geminin bazı silahları sökülerek, Çanakkale’de kıyı savunmasında kullanılmıştır.  8 Ağustos 1915 tarihinde Çanakkale’deki Osmanlı Devleti savunmasına destek vermek üzere giderken, İngiliz E11 denizaltısının attığı tek bir torpido ile vurulmuş ve 253 mürettebatı ile batmıştır.

Sultanhisar (torpido bot)

Sultanhisar, Osmanlı Donanması ve Türk Deniz Kuvvetleri’nde hizmete giren bir torpido botudur.

Hizmet yılları

1906’da Fransa’da inşa edilmiş, 1907’de hizmete girmiş, 1935’te hizmetten çıkmıştır.

Görevleri

Çanakkale Savaşı deniz harekâtlarında Çanakkale Boğazı’nda devriye görevi yapmıştır. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’na subay ve danışman olarak hizmet eden Alman general Otto Liman von Sanders’in Eceabat ile Gelibolu arasında günlük seyahatlerini sağlamıştır.  29 Nisan 1915 tarihinde Marmara Denizi’nin batı sahilini takip ederek İstanbul’a dönmesi için emir alan Yüzbaşı Ali Rıza Bey komutasındaki Sultanhisar seferine devam ederken muhtemel düşman denizaltı varlığı yönünde gelen raporlara istinaden rotasını doğuya çevirmiştir.

Avustralya denizaltısını batırması

30 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’na girdiğini tespit ettiği Avustralya’ya ait AE2 denizaltısını, top ve torpido taarruzları ile nötralize etmiş, personelini teslim aldıktan sonra da denizaltıyı batırmıştır. Bu olay, Türk denizcilik tarihinde bir hücum botun icra ettiği ilk Denizaltı Savunma Harbi Harekatı olması açısından büyük önem arz etmektedir.

Hizmetten çıkışı

Sultanhisar Torpido botu, 1918’de hizmet dışına çıkarılmış, 1924’te tekrar hizmete alınmıştır. 1928’de yine hizmet dışına çıkarılmış, 1935 yılında ise sökümü yapılmıştır.

 

Muavenet-i Milliye

Muavenet-i Milliye, Osmanlı Donanmasında 1910-1923 yılları arasında hizmet etmiş bir torpido botudur. Çanakkale Savaşı esnasında 12 Mayıs 1915’i 13 Mayıs’a bağlayan gece Kraliyet Donanması ön-dretnotu HMS Goliath’ı gerçekleştirilmiş bir operasyon sonucunda batırmasıyla bilinmektedir.

İsmini, donanmanın güçlendirilmesi için kamuoyundan finans sağlanması amacıyla İstanbullu 28 işadamının öncülüğünde kurulmuş ve faaliyetlerini kısa sürede bütün yurda yaymış “Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti”nden (kısa adı “Donanma Cemiyeti”) almıştır. Muavenet-i Milliye bu cemiyet tarafından satın alınmış ilk gemidir.

Türk Deniz Kuvvetleri’nin Muavenet-i Milliye den sonra gelen üç gemisine bu ilkinin şerefine Muavenet ismi verilmiştir.

1910’da Almanya’dan satın alınan Muavenet-i Milliye‘nin gemi komutanlığını 1912’den itibaren kıdemli yüzbaşı Ahmed Saffet (Soyadı Kanunu ile Ahmet Saffet Ohkay) yürütmüştür. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişinin ilk aylarında Karadeniz operasyonlarından görevlendirilen Muavenet-i Milliye, Çanakkale Savaşı’nın başlamasıyla bu cepheye yönlendirilmiştir.

Goliath’ın batırılması

Çanakkale Deniz Harekâtlarının kara ve deniz savaşları haline geldiği Çanakkale Savaşı ikinci aşamasında, 6-8 Mayıs 1915 arasında yapılan İkinci Kirte Muharebesi’nin de Türk zaferi ile sona ermesi ve Müttefik güçlerin geri püskürtülmesi ile Morto Koyunda büyük baskı altında kalan Fransız birliklerine destek amacı ile HMS Goliath ve HMS Cornwallis ön-dretnotları, beş destroyer takviyesinde, koyda konuşlandırılmıştı. Bunun üzerine bu filoya karşı bir harekat düzenlenmesine karar verildi.

12 Mayıs 1915 günü torpido uzmanı Alman yüzbaşı Rudolph Firle ve iki astı Morto Koyu’nda bir keşif gerçekleştirdiler ve akşam saatlerine doğru Muavenet-i Milliye’ye binerek geminin torpido timine katıldılar. Geceyarısına doğru demir alan Muavenet-i Milliye karanlıkta sessizce seyrederek destroyerleri aşmayı başardı. Bu esnada destroyerlerden sadece birkaç yüz metre mesafeden geçmiş ve bunlar tarafından farkedilmemeyi başarmıştır. İki savaş gemisinden Goliath üzerine yaklaştığı esnada düşman gemisinin gözetçileri anlık bir tereddütle “parola” sormalarını fırsat bilmiş ve mümkün olan en yakın mesafeden üç isabetli torpido ateşlemiştir. Torpidolar Goliath’ın zırhını delerek gemi içinde büyük bir patlama yaratmıştır. Goliath birkaç dakika içinde alabora olmuş ve batmıştır. 700 kişilik mürettebatından kaptanı da dahil 570’i askerce ölmüşlerdir. Çanakkale önündeki müttefik filosunun komutanı sonradan not defterine “düşman madalyayı hak etti”, sözlerini yazacaktır.

Goliath’ın batırılışı İngiliz deniz kuvvetlerinin en üst komuta kademesinde bomba etkisi yaratmıştır. Bir gün sonra (14 Mayıs) haberin Londra’ya ulaştığı anda sürmekte olan kabine toplantısı yarıda kesilmiş, 15 Mayıs 1915 günü İngiliz deniz kuvvetleri komutanı (First Sea Lord) Amiral Fisher, komuta kademesinde yaşanan şiddetli tartışmalar sonrasında istifa etmiştir. Bu istifayı iki gün sonra (17 Mayıs) Bahriye Nazırı (First Lord of the Admiralty) Winston Churchill’in istifası izlemiştir. Britanya’nın en modern savaş gemilerinden HMS Queen Elizabeth Çanakkale cephesinden çekilmiş, kısa bir süre Triumph savaş gemisinin Anzak koyunda ve Majestic savaş gemisinin Arıburnu’nda Alman denizaltılarınca batırılmasıyla da cephedeki Müttefik deniz gücü daha da zayıflamıştır. Deniz gücünün zayıflaması Müttefik kara birliklerinin yararlandığı desteği azaltarak kara operasyonlarının akıbetini temelden etkilemiştir.

Gemi kaptanı kıdemli yüzbaşı Ahmed Saffet ve yaklaşık 90 kişilik mürettebat İstanbul’a dönüşlerinde kahramanlar olarak karşılanmışlar, geminin Boğaz’a girişinde şerefine iki kıyıdaki bütün ışıklar yakılmıştır. Madalyalar ve nişanlarla ödüllendirilmişlerdir.

 

15 Aralık 2015 Gelibolu Şehitlik Turu

Gelibolu Şehitlik Turu

TUR ADI: Gelibolu Şehitlik Turu

TUR TARİHİ: 15 Aralık 2015 Salı

TUR SÜRESİ: Günübirlik

DURUM: Kesin Hareketli

KONTENJAN: Müsait

BAŞLANGIÇ SAATİ:15 Aralık 2015 Salı – 09.00
HAREKET NOKTASI: Çanakkale Feribot İskelesi
BAŞLANGIÇ TARİHİ:15 Aralık 2015 Salı – 18.00

TUR PROGRAMI

* 15 Aralık 2015 Salı Vitalis Kültür Kafe’de (Çanakkale Feribot İskelesi Eski Rektörlük Binası ) Buluşma ve Hareket ( Şehir içinde konaklayan misafirlerimiz ücretsiz otel veya pansiyonlarından alınıp yine bırakılırlar)

* Muhteşem boğaz manzarası eşliğinde Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’na kıtalararası bir yolculuk

Çanakkale Deniz Muharebeleri:

Kilitbahir Kalesi – Namazgah Tabyası ve Müzesi – Rumeli Mecidiye Tabyası ve Seyit Onbaşı Anıtı

Çanakkale Kara Muharebeleri

I. Kuzey Cephesi

Bigalı Köyü Atatürk Evi – Anzac Koyu ve Tören Alanı – Mehmetçiğe Saygı Anıtı

Kanlı Sırt – Kırmızı Sırt istikametinde tüneller ve siperler arasından orijinal savaş yolu yürüyüşü -57. Alay Şehitliği – Mehmet Çavuş Anıtı –Cesarettepe-Arıburun Yarları – Kılıçbayırı

Talat Göktepe Anıtı –Mehmetçik Parkı 261. Rakımlı Tepe – Conkbayırı Conkbayırı Atatürk ve Yeni Zelanda Anıtları – Atatürk’ün Saatinden Vurulduğu Yer – Gözetleme Yeri

II. Güney Cephesi

Şahindere Sargı Yeri Şehitliği – Soğanlı Dere Sargı Yeri Şehitliği – Havuzlar Şehitliği

Çanakkale Şehitleri Abidesi – Morto Koyu’nda  Boğaz Manzarası Eşliğinde Çay Keyfi

Ertuğrul Koyu Tabyası – Yahya Çavuş Anıtı ve Şehitliği – Seddülbahir Köyü – Kanlı Dere

Alçıtepe (Kirte) Köyü Salim Mutlu Müzesi – Zığındere Hastane Şehitliği – Nuri Yamut Anıtı

* 17.30 – 18.30 Arası Çanakkale’ye Dönüş

Kişi Başı Ücret: Herşey Dahil 60.- TL ( 0-6 Yaş Çocuklar 35.- TL )

Ücrete Dahil Hizmetleri

  • Rehberlik Hizmeti
  • Öğle Yemekleri  ( yemek esnasında içecekler ekstradır )
  • Müze Girişleri
  • Feribot Geçişleri
  • Turistik Araçlarla Ulaşım
Gelibolu Şehitlik Turu
Gelibolu Şehitlik Turu

15 Kasım 2015 Gelibolu Şehitlik Turu; Kesin hareketli Çanakkale çıkışlı günübirlik Gelibolu Çanakkale Şehitlik Turu

ÇANAKKALE ZAFERİNİN ÖNEMİ VE SONUÇLARI

Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.

Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.

Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır”   demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.

Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir.

Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.

Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur:

   ASKERİ SONUÇLAR

  1. Genellikle 18 Mart 1915’te geçen Boğaz Muharebesi’nde kazanılan zaferle, Birleşik Filo (İngiliz-Fransız donanmaları) nun Marmara’ya girerek, İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirme planları suya düşürülmüş, böylece hükümet çevrelerinde beliren ve halka yansıyan İstanbul’u kaybetme korkusu ortadan kalkmıştır.

  2. Boğaz’da elde edilen bu ilk zafer, çok geçmeden Gelibolu Yarımadası’na yöneltilen çıkarmalarla başlatılarak, dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemi bombardımanlar altında Türk askeri, yılmadan aylarca süren mevzi muharebelerinde yüksek bir moral ve doruğa ulaşan bir mücadele azmi örneği vermiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.

  3. Böylece karada kazanılmış bulunan bu ikinci ve nihai zaferle de, Türk ordusunun Balkan Savaşı’nda zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.

  4. Deniz ve kara  harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihi’nde yerini alan Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’nin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.

  5. Çanakkale Zaferi, Anlaşma Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.

  6. Çanakkale Boğazı’nın kapatılıp Rusya’ya geçit verilmemesi, onu müttefliklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın Doğu Cephesi’ndeki Harekatnı kolaylaştırmıştır.

  7. Çanakkale Muharebelerinin diğer bir anlam ve önemi de, çöküntü dönemini yaşamakta olan İmparatorluğun, dünya kamu oyunda yarattığı kötü imajın sonucu olarak, Türkün iyice tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmemiş, koşullar nedenli ağır olursa olsun iyi sevk ve idare edilirse, tüm zorlukları yenebilecek güç ve inanca sahip olduğunu bu muharebelerde kanıtlamış olmasıdır.Bir başka deyişle düşman devletler, her nedense Osmanlı Devleti’ nin çöküşü olayıyla, onun asıl unsurunu oluşturan Türk ulusunun ceddinden miras olan savaş azim ve ruhuyla ,inanç gücünün birbirinden farklı şeyler olduğunu, bu muharebelerde çok daha iyi anlayabilmişlerdir.

  8. Çanakkale Muharebeleri, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç- gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç ,azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvay-i Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.

  9. Gerçekten Boğaz Muharebesi’nde Birleşik Filo’nun kendisi için tehlikeler yaratan yalnız Dardanos Bataryası’nın yok edilmesi için kullandığı 400’ü aşan topçu mermisine karşın, sadece iki subayımızın şehit oluşu dışında, bataryaya ağır bir hasar verdirilememiştir. Halbuki Boğaz’daki obüs bataryalarımızın tek bir yaylım ateşi sırasında, Irresistable gemisinde 138 personelin yaşamını yitirdiği, İngiliz tebliğlerinde açıkça belirtilmiştir.

  10. Çanakkale’de Türk askerleri, bol cephaneye dayanan, yoğun donanma ateşleri altında Türk’e özgü, sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında kaya gibi dimdik ayakta kalmasını bilmiştir .Öte yandan bu dev armadalar, ateş etmesinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanos”a) 4000 mermi kullanıyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu.

  11. Aynı Birleşik Filo’n’un, 18 Mart Boğaz Muharebesi’nde, 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalırken, Çanakkale Müstahkem Mevkii, savaş gücünü olduğu gibi koruyabiliyordu. Keza Filonun mayın arama ve tarayıcıları, 11 mayın hattı üzerinde döşenmiş mayınlardan sadece üç adedini etkisiz hale getirebilmişti

  12. Türk tabyalarında hasar gören toplardan çoğu, onarılıp kısa sürede ateşe hazır duruma sokuluyor, 3. bölgedeki (Boğaz’ın Marmara ile birleştiği kesim) tabya da, sapasağlam duruyordu. İşte bu durum karşısında Boğaz’ı geçemeden geri çekilen Birleşik Filo, Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.

  13. Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesi’nde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiç bir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.Ne varki 18 Mart’ı unutarak böyle bir saldırıyı ileride de göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyanın yeniliklerine gözlerini kapamış bir Osmanlı Devleti yerine, bu kez XX. yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetleri’ni bulacaktır.

  14. Çanakkale Cephesi deniz ve kara harekatıyla birlikte mütalaa edildiğinde görülür ki, bu cephede geçen muharebeler, hasım kuvvet olarak katılmış olan Ingiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir.Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.

 

SİYASİ SONUÇLAR

  1. Çanakkale’de denizde ve karada kazanılmış olan her iki zafer, Osmanlı’nın Balkan felaketiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan devlet prestijini kurtarıp güçlendirmiş, hükümetin iktidarda kalış sürelerini uzatmıştı.Anlaşma Devletleri’nin savaşın başından beri bekledikleri hükümet krizi olmamış ve kabine değişikliğine de gidilmemiştir.

  2. Türk ulusunun tarihini süsleyen çok sayıdaki zaferlerine, Çanakkale’de, bütün dünyanın gözü önünde bir yenisini daha ekleyerek elde ettiği parlak zafer, onun eski güç ve dinamizmini koruduğunu, çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içinde hala kahraman bir ulusun varlığını, yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle Çanakkale’de ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden yaşayacağını kanıtlamıştır.

  3. Çanakkale Zaferi, Batılıların Doğulu müttefiki Rusya’ya ulaşmasına olanak tanımamış, mahsur kalan koskoca Çarlık Rusyası içerden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.

  4. Çanakkale’de Türk savunması aşılabilse ve Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez, verse bile, İngiltere ve Fransa’nın işe karışmasıyla bu ihtilal daha başlangıçta boğulabilirdi. Böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmakta gecikmeyecek olan Ruslar, Çarlarının taksim planı gereği kendilerine daha işin başında söz verilen Boğazlar ve İstanbul’u işgal etmiş ve Deli Petro’dan beri izledikleri, “Açık denizlere ulaşma” politikalarını gerçekleştirmiş olurlardı.

  5. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale’deki başarısızlıkları henüz savaşa katılmamış olan Balkan Devletleri’nin tutumlarını da farklı yönlerde etkilemiştir.Bulgaristan, Merkez Devletleri’nin yanında yer alırken, Romanya, Yunanistan ve İtalya’nın daha bir süre savaş dışında kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmasını bir yıla yakın bir süre geciktirmiştir.

  6. Çanakkale Muharebeleri, İngiltere’nin savaşın başından beri Japonya’dan yapmakta olduğu yardım talebini artırmasını istemesine rağmen, Japonya’nın bu istekleri çeşitli bahanelerle kabul etmemesine yol açmıştır.

  7. Birleşik Filo’nun ağır yenilgiye uğrayıp Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın, siyasi ve askeri prestijini bir hayli sarsmış, özellikle İngiltere’nin denizlerdeki tartışılmaz üstünlüğü imajını ortadan kaldırmıştı. Bu durum, adı geçen devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğuşuna ve dolayısıyla dünya siyasi haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.

  8. Keza Avustralya ve Yeni Zelanda gibi İngiliz dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf İngiliz çıkarları uğruna Çanakkale’de Türklere karsı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını yitirirken, kafalarında yer alan bir takım sorular (niçin ve kimin için dövüştükleri gibi), cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla açıklanmasında anlaşılmaktaydı. Bu da, onlarda gitgide ulusal bilincin kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi.

    Nitekim, 9 Eylül 1922’de Yunanlılar İzmir’de denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden yardım istediği, Avustralya başbakanının, “Tek bir askerin hayatına tehlikeye koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini” belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.

  9. Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir yanı da, iki hasım ordunun dövüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları, Çanakkale’de yiğitçe dövüşen Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardı.İşte bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve savaş sonrasında, Avustralya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.

  10. Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç tarafı da Orta Doğu’da bu günkü İsrail Devleti’nin kurulmasında etken bir rol almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç, Gelibolu’daki “Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi” adlı eserinde, konuyu açıkça şöyle dile getirmektedir “Gelibolu’ya yolladığımız 600 kadar gönüllü Yahudi askerlerinin savaşlar sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur.” Gerçekten Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917’de benimsenen “Balfour Bildirisi”, bu günkü İsrail’in kurulmasında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

 

 

SOSYO-EKONOMİK SONUÇLAR

  1. Anlaşma Devletleri tarafından Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması halinde Rusya, dış alım-satım olanağına kavuşacağından, ekonomik dengesini kurup sıkıntıdan kurtulacak, İngiltere-Fransa da Rusya ve Romanya’nın zengin buğday ürünlerinden yararlanıp, gerek silahlı kuvvetlerinin, gerekse halkının yiyecek gereksinimlerini sağlamış olacaklardı ki, bu gerçekleşememiştir.

  2. Keza Boğazlar açılabilseydi, Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz’deki 120 parça ticaret gemisinden yararlanma olanağı elde edilecekti. Halbuki Çanakkale Zaferi, yalnız Rusya ile İngiltere, Fransa’nın değil, bunların aynı zamanda diğer Batılı devletlerle olan karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş, ne İngiltere, Fransa müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan silah ve cephaneyi ulaştırabilmiş, ne de Rusya Batılıların ihtiyacı olan buğdayını Akdeniz’e aktarabilmişti.

  3. Birinci Dünya Savaşı başında Boğazların kapatılıp, bu savaş sonuna kadar açılamaması, kuşkusuz uluslararası ticari ilişkileri de olumsuz yönde etkilemişti. Nitekim, Karadeniz’de; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika ve İtalya’nın toplam 85; Yunanistan, Romanya, Danimarka, İsveç ve Hollanda’nın toplam 27; Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere, genel toplamı 129’u ve toplam tonajı 350.000’i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştı.

  4. Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında kısaca denebilir ki, Çanakkale’de Türk Zaferi, iki yıl uzayan savaş boyunca Doğulu ve Batılı müttefik devletlerin (Rusya-İngiltere-Fransa) ekonomilerinde sıkıntılar yaratmıştır. Bu durum, özellikle Rusyayı bunalıma sürüklemiş ve sonunda rejim değişikliğine (komünizme) kadar gidebilmiş ve böylece de Rusya’nın savaş dışı kalmasına yol açmıştır.

 

TAHLİYE VE ZAFER

İngiliz komuta kademesi 9 Ağustosta Anafartalar’da, 10 Ağustos sabahı da Conkbayırı’nda alınan ağır mağlubiyetler üzerine, hararetli tartışmalar ve istişareler yapmışlardı. Devam eden günlerde Anafartalar ve Kireçtepe istikametlerine yeni taarruzlar icra etmiş olsalar da, Yarımada’da bundan sonra yapılan muharebelerde kayda değer bir ilerleme sağlanamayacaktır .

Hamilton hâlâ Suvla Ovası’nı kuşatan tepelerden Türklerin atılacağına inanmaktadır. Bu çerçevede 15 Ağustosta Kireçtepe’ye yeni bir taarruzda bulunmuştur. Harekât bütün ısrarına rağmen sonuçsuz kalmıştır. Bu başarısız taarruzdan sonra çıkarma hedeflerinin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı anlaşılacak birkaç teşebbüsten sonra Eylül ayı ile birlikte Yarımada’da bu çaplı başka bir harekât olmayacaktır. Bu arada Türk birliklerine 7 ve 12. Tümen’den başka 5. Tümen de takviye olarak gelmiştir.

Kireçtepe’de verilen kanlı muharebeler İngiliz komuta kademesinde yaprak dökümünü başlatmıştır. Kitchner muharebelerin sonucunu beklemeden 15 Ağustosta 9. Kolordu Komutanını, Hamilton’a gönderdiği telgrafla görevden almıştır . Stomford’un görevinden alınmasını diğerleri takip edecektir. Generalin yerine 29. Tümen Komutanı De Lisle vekâleten getirilmiştir. Stopford, kurmay subayı Reed ile 16 Ağustosta Suvla’dan ayrılmıştır. 10. Tümen Komutanı Mahon ise, Lisle’den daha kıdemli olduğunu ileri sürerek görevinden affını istemiştir.

Bu görevden alma ve istifaları, diğerleri takip etmiştir. 53. Tümen Komutanı General Lindley 17 Ağustosta kolordu komutanı ile birlikte çalışamayacağını beyanla istifa etmiş, 34. Tugay Komutanı Sitwell ise görevden alınmıştır. Aspinall açık bir şekilde bu değişiklerin geç kaldığını beyan ettikten sonra 16 Ağustosta muharebenin kaybedildiğini yazacaktır. Cephedeki bu komuta kademesi ile birlikte Ağustos ayının sonuna kadar devam eden muharebelerde İngiliz birlikleri hedeflerine ulaşamayacaktır. İtilâf devletleri bütün hazırlıklarına rağmen başarısız olmuş, bu ise Londra’da da sorgulanmaya başlamıştır.

Savaşın diğer cephelerinde de durum pek iç açıcı değildir. Ayrıca Rusya, İngiltere ve Fransa’ya da güvenmiyordu. Zira Rusya, İngiliz ve Fransızların kendi hesaplarına göre çalıştığını kabul etmekteydi.

Cephede her ne kadar açıktan söylenmese de bazı subaylar artık Boğaz’a ulaşmak fırsatının kaybolduğunu, İstanbul’un artık ümitsiz bir rüya olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Cephedeki şartlar da zorlaşmaya başlamıştır. İshal yaygınlaşmış, başkomutanından erine kadar herkes hastalanmıştır. Şiddetli sıcakla uzun ve yorucu muharebeler, toz ve sinekler ile birbiri ardına yaşanan başarısızlıklar, kıtaların moralini bozmuştu. Mevcut kıtalarla yeni bir taarruz mümkün görünmüyordu. Yenilerinin gönderilmesi konusunda ise Londra daima mütereddit davranmaktaydı.

Ağustos muharebelerinin başarısızlığından itibaren haftalar geçmişti ama henüz bir karar verilmemişti. Kış mevsiminin yaklaşması ve Almanya’dan gelecek mühimmat İngiliz hükümetini düşündürmeye başlamıştı. Bir şey yapılmadan geçen günler durumu iyice sıkıntıya sokabilirdi. Kış bütün şiddetini gösterdiğinde ne bir çıkarma yapılabilir ne de sayısı yüz binler ile ifade edilen ordunun rahat bir şekilde tahliyesi mümkün olurdu. Bu çerçevede Lord Kitchner Ian Hamilton’a 11 Ekim’de telgraf çekerek bir tahliye yapılması durumunda kaybın ne kadar olacağını sormuştur. Hamilton cevabî telgrafında tahliye sırasında kuvvetlerin yarısının feda edilebileceği bildirmiştir.

Artık Hamilton’un da durumu tartışılmaya başlanmıştır. Zira ortada bir mağlubiyet söz konusudur ve bunun da bir sorumlusu olmalıdır. 14 Ekim’de toplanan Çanakkale Komitesi, Hamilton’un görevden alınarak yerine General Charles Monro tayin edilmiştir.

Bu tayinle birlikte Çanakkale Seferi’nin neticesinin nasıl biteceği de belli olmuştur. Tek sorun ne zaman olacağıdır. 30 Ekim sabahı vaziyeti bizzat görmek için Gelibolu Yarımadası’na çıkmıştır. W Sahili’ne çıkan generali, burada gördükleri çok etkileyecektir: Açık bir sahil, çürük iskeleler, el ile çıkarılan mühimmat ve malzemeler, bunaltıcı tozlar kalabalık meydanlar… Bütün bunlar onda tahliye konusunda ısrar etmek gerektiği fikrinin yerleşmesinde etkili olmuştur. General Monro Suvla’dan İmroz Adası’na döndüğünün ertesi günü Lord Kitchner’e çektiği telgrafta Boğaz harekâtının tehirini talep etmiştir. Monro yapılacak bir taarruzun bundan sonra bir baskın tesirinden uzak olacağını, hiçbir derinliğinin de bulunmayacağını, üstelik havaların soğumasının takviye kıtaların da çıkarılmasına engel olacağını beyan ettiği telgrafında, tahliye ile ilgili fikrini ifade etmiştir.

General Monro kendi arzumuzla yapılan bir tahliyenin Müslüman kamuoyunda yapacağı aksi tesir baskı altında ve ağır bir muharebe ile denize dökülmenin yaratacağı tesire oranla pek az olacağını hatırlatmıştır.

Monro’nun raporu Kitchner’de bir şaşkınlık yaratmış, kendisinin 5. Ordu Komutanlığı’ndan alınmasına neden olmuştur. Onun yerine tahliye aleyhinde bulunan General Birdwood atanmıştır.

Gelibolu’ya hareket etme kararı alan Lord Kitchner, yolda hâlâ Çanakkale’de bir başarı ihtimali üzerinde durmuş, bu konuda çalışmıştır. 9 Kasımda Mondros’a varan Kitchner, on iki gün boyunca cephede incelemelerde bulunmuş, 22 Kasımda ise Anzak ve Suvla’nın boşaltılması, Seddülbahir’in ise elde tutulması kanaatine varmış, hükümete de bu yönde bir rapor sunmuştur.

General Monro Mısır hariç, Akdeniz’deki bütün birliklerin komutanı olarak atanmış Birdwood’a Çanakkale’nin tahliyesini yapmak üzere Çanakkale Ordusu’nun komutanlığında kalması görevini verdikten sonra, 24 Kasımda İngiltere’ye hareket etmiştir. Bütün bu gelişmeler neticesinde bir an önce bir tahliye kararın alınması gerekliliğine artık herkes inanmaya başlamıştı. 7 Aralık’ta toplanan kabine Monro’nun ilk raporunu verdiği tarihten 37 gün sonra, tahliye kararı almış; karar aynı gün Mondros’da bulunan Monro’ya, telgrafla bildirilmiştir .
Bu aşamadan sonra müttefikler cepheyi büyük bir gizlilikle tahliyeye başlayacaktır. İlk tahliye edilen birlikler, Arıburnu ve Suvla’daki birlikler olmuştur. Tahliye kararının alınması ile birlikte her gece birlikler ve malzemeler gemilere bindirilerek Limni Adası’na nakledilmiş, en son 20 Aralıkta Arıburnu ve Suvla’daki bütün birlikler boşaltılmıştır. Yarımada’nın Seddülbahir bölgesinde başlayan tahliye işlemi ise 9 Ocak 1916’da bitirilmiştir. Düşman tamamen Türk topraklarını terk etmiştir. Zafer Türk milletinin olmuştur.

ÇANAKKALE CEPHESİ

İtilaf Kuvvetleri Çanakkale Boğazı’na yönelik girişimi, 1914’te savaş başladığı günlerde düşünülmüştür. Osmanlı savaşa girdikten sonra Boğazlar yeniden gündeme gelmiştir. Rusya kendisine yardım için Ocak 1915’te İngiltere’ye başvurmuştur. Bu öneri ilgi görmüş, İngiltere Deniz Bakanı Winston Churcill bir Çanakkale planı hazırlamıştır. Bu plana göre; Rusya’ya yardım edilecek, kurulacak olan bağlantı ile Batı cepheleri rahatlatılacak, Boğazlar ve İstanbul alınacak, Osmanlı saf dışı edilecektir.

Çanakkale Cephesi’nin Açılmasının Gerçek Nedenleri

(1) İstanbul’u işgal ederek Osmanlı’nın yıkılmasını sağlamak, savaş dışı bırakmak.

(2) Osmanlı’nın savaştan çekilmesiyle Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı güneyden kuşatmak, Alman bloğunu tek başına orta Avrupa’da sıkıştırıp tecrit etmek.

(3) İngiltere ve Fransa, Rusya’ya vereceklerini bildirdikleri Boğazlar Bölgesi’ni Rusya’dan önce ele geçirip barış masasına kuvvetli oturmak.

(4) Osmanlı’yı barış yapmak zorunda bırakıp Süveyş Kanalı ve Hindistan yolu üzerindeki Türk tehlikesini ve açılmış olan bütün cepheleri ortadan kaldırmak.

Çanakkale Cephesinin Açılmasının Diğer Nedenleri

(1) Kafkaslar’a doğru girişilen Türk taaruzlarının hafifletilmesi için Ruslar’a yardım isteği.

(2) Rus kaynaklarından yararlanmak, ekonomisini düzeltmek. Bunun için gerekli yardımın Rusya’ya ulaştırılması için çareler aranıyordu.

(a) Baltık Deniz Yolu: Almanlar’ın kontrolünde.

(b) Kuzey Kutup Deniz Yolu: Yılın 9-10 ayı buzlarla kaplı.

(c) Avrupa Üzerinden Rusya’ya Ulaşmak: Almanlar bu hattı tamamen kapatmıştı.

(d) Londra’yı Odessa’ya Bağlayan Yol: Çanakkale ve İstanbul Boğazları yolu olarak görülmekteydi. Bu sebeple Boğazlar’ı zorla açmak, Rusya’ya yardımları ulaştırmak için tercih edilmeliydi.

(3) Bulgaristan gibi harbe girmeye kararsız devletleri kendi saflarına çekmek.

(4) Marmara çevresi ve Trakya’daki Türk sığınağının Süveyş Kanalı ve Mısır üzerine kaydırılmasını önlemek, Balkanlar istikametinde muhtemel ileri hareketlerden alıkoymak.

(5) İslam alemine karşı hilafetin prestij ve otoritesini kırmak.

(6) Manş Denizi’ndeki savaşlara karşı bıkkınlık duyan İngiliz halkına yeni bir cephede parlak başarılar göstermek.

 

HAVA SAVAŞLARI

Bilindiği gibi insanoğlu değişik zamanlarda uçmayı denemiş ve bunu ilk olarak 17 Aralık 1903 tarihinde Amerika’da Wright kardeşler 12 beygir gücündeki The Flayer adlı uçakla gerçekleştirmişlerdir.İşte bu tarihten sonra gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde, gerekse Avrupa’da uçağa ve uçuculuğa özel bir önem verilmiş ve bu alandaki çalışmalar ve gelişmeler hızla artmıştır.Yine denilebilir ki askersel amaçlı ilk uçağa 1909 yılında Amerika Birleşik Devletleri sahip olmuş, onu Fransa, İngiltere ve İtalya izlemiştir.İlk gemiden uçağın kalkması yine Amerika Birleşik Devletleri’nde 1910 yılında gerçekleştirilmiş, ilk uçak gemisine ise yine aynı devlet 1911 yılında sahip olmuştur. İlk deniz uçağını da yine Amerika 1911 yılında donanmasına katmıştır. Savaşta ilk uçak ise İtalyanlarca Trablusgarp Savaşı’nda kullanılmıştır.

Havacılık açısından Osmanlı Devleti’ne gelince, Osmanlı yetkilileri havacılığın önemini anlamışlar ve bu yüzden ilk çalışmalara 1911 yılında Mahmut Şevket Paşa’nın buyruğuyla askersel amaçlarla başlamıştır. Hatta bu amaçla İngiltere ve Fransa’ya pilot yetiştirilmek için subaylar gönderilmiş, bu devletlerden uçaklar alınmış, Yeşilköy’de bir havaalanı bile açılmış ve birtakım kurullar oluşturulmuştur. Balkan Savaşları başladığında Osmanlıda 10 tane gözetleme ve bombardıman uçağı vardır. Ancak bunları 1.Balkan Savaşında kullanamamış, 2.Balkan Savaşı’nda ise birkaç defa gözetleme yaptırtabilmiştir.

1.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı havacılığı genelde Fransa ve İngiltere’ye dayanırken, Osmanlının yönünü Almanya’ya çevirmesiyle doğal olarak havacılıkta kaynak açısından Almanya’ya yönelmeye başlamıştır. Çünkü, İngiltere ve Fransa Osmanlının uçucularını eğitmediği gibi uçak vermemiş ve İstanbul’daki eğiticilerini de geri çekmiştir.

Osmanlı savaşa girince Almanya her yönden silah, araç ve gereç vermiştir. Bu araç gereç ve donanım içinde havacılığa ait olanlar da vardır. Almanya Osmanlının istemi üzerine başta pilot olmak üzere her türlü uzman, uçak, silah, yedek parça ve bomba göndermiş ve bu alanda bilgi vermiştir.

Osmanlı 1.Dünya Savaşına girdiğinde elinde dört tane sağlam uçağı vardır.

Böyle bir giriş yaptıktan sonra artık konunun özüne geçebiliriz.

Bilindiği gibi Osmanlı savaşa girdiğinde birkaç cephesi vardır. Ancak en önemlisi buradaki Çanakkale Cephesidir. Adeta savaşın can damarıdır. Çünkü burada boğaz vardır. Eğer boğaz geçilebilirse Anlaşma Devletleri ile Rusya birleşecek Trakya’dan Almanya sarılacak Balkan Devletleri İngiltere’nin yanında yer alacak ve en önemlisi de Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılacaktı. Böyle çok önemli bir sonucu her iki tarafta bildiği için, olanca güçlerini buraya yığmışlardır. Bu güçler içinde hava gücü de vardır.

Çanakkale Savaşı başlamadan önce Osmanlının burada 3 Ağustos 1914’te gönderilen ve bozuldukları için geri çağrılan deniz uçakları vardır.

Çıkartmadan önce ise Nieport markalı bir deniz uçağı bulunmaktadır. Bu uçakla Fazıl Bey ilk gözetlemeyi 5 Eylül 1914 tarihinde yapmıştır. Bunu daha sonra 10 Eylül, 2 Ekim ve 14-19 Ekim 1914 tarihleri  izlemiştir. Ancak Almanya Erich Serno adında bir teğmeni buraya gönderince işler değişmiş ve havacılık yeni bir döneme girmiştir. Serno ile birlikte üç tane daha Alman uçağı verilmiştir. Fakat çıkartmadan önce Çanakkale’ye yalnızca biri gelebilmiştir. Yani 18 Mart çıkartmasından bir gün önce burada Osmanlının iki deniz uçağı vardır.

Çanakkale cephesinde havacılığı iyi anlayabilmek için her şeyden önce iki yanın hava güçlerini bilmek gerekir. Bu savaşta Osmanlının hava gücü şöyledir: Savaş başlamadan önce Osmanlının Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na bağlı olarak sefer kuruluşunda kağıt üzerinde de olsa hava birlikleri vardır. Bunlar daha sonra işlerliğe kavuşmuş ve bölük düzeyine kadar yükseltilmişlerdir.

Çanakkale’de Osmanlının 1.Bölük, 6.Bölük ve 3.Deniz Tayyare Bölüğü olmak üzere toplam üç tane birliği vardır. Ancak savaşın son iki yılında Uzunköprü’deki 15.Hava Bölüğü ve tümden Almanlardan oluşan Fokker Bölüğü de etkin olmaya başlamıştır. Böylece bu cephede toplam beş tane hava birliği oluşturulmuştur. Yani bunlardan

1.Uçak Bölüğü Gelibolu’daki Galata’da
6.Uçak Bölüğü Erenköy’de ve Nara’da
3.Deniz Uçak Bölüğü Nara ve Köseburun’da
Fokker Bölüğü Gelibolu’daki Galata’da
15.Hava Bölüğü Uzunköprü’de görev yapmaktadırlar.

Uçakların inip kalkması, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi ve uçakların savaş için donanımlarını sağlayabilmesi için havaalanlarının da olması gerekir. Osmanlının bu cephede saptayabildiğimiz kadarıyla aşağıdaki havaalanları vardır.

Galata Havaalanı: Adı üzerinde Galata Köyü yakınlarındadır. Bir dere içindedir. Kara hava uçakları içindir. Osmanlı Ordusunun, yani Limon Von Sanders Paşa’nın karargahının havadan korunması için Temmuz 1915’te buraya yapılmıştır.

Nara Havaalanı: Nara’dadır. Deniz uçakları için yapılmıştır. Aslında burada tek üst değil iki tanedir. Biri de Köse Burnu’ndadır.

Çanakkale Havaalanı: Bu ad altında iki yerde havaalanı bulunmaktadır. Biri bugünkü İntepe dolaylarındadır. Ancak 5 Temmuz 1915 tarihindeki bombalamayla iki uçağın kullanılamaz duruma gelmesi sonucu kullanımdan kaldırılmıştır. İkinci havaalanı ise bugünkü Çanakkale Havaalanının yakınlarında bir yerdedir.

Uzunköprü Havaalanı: Bu da özellikle son iki yılda cephede çok etkin olmuştur. Hatta Çanakkale’nin bazı uçaklarını buraya tahsis etmişlerdir. Buradan kalkan uçaklar özellikle Saroz Körfezi ve Bulgar-Yunan sınırında görev yapmış İmroz ve Limni Adasından İstanbul’a giden uçaklarla sık sık karşılaşmışlardır.

Çanakkale’de bunların dışında kara hava uçakları için birkaç küçük havaalanı ve pistin olma olasılığı daha vardır. Bunlar cephe içinde doğrudan ve etkin bir biçimde görev yapan havaalanlarıdır. Bunların dışında Yeşilköy, İzmir, Dedeağaç, Edirne, Tekirdağ ve Marmara Adasındaki Kutali Havaalanı ve pistlerinden de yararlanılmıştır.

Uçakların olduğu yerde uçaksavarların ve birliklerinin de olması gerekir. Bunlar o günkü deyimle Tayyare Topçularıdır. Bataryalar biçiminde düzenlenmişlerdir. Osmanlının cephede ara sıra yerleri değişmekle birlikte  uçaksavar birlikleri şöyledir:

3.Ağır Topçu Alayı Çimenlik Tabyasının 1.Ağır Topçu Taburunun Hamidiye Tabyasına bağlı takım

4.Ağır Topçu Alayı Kilitbahirdeki Namazgah Tabyasına bağlı Havuzlarda ve Baykuşta görevlendirme.

5.Ağır Topçu Alayı Kumkaledeki Orhaniye ve Ertuğrul Tabyasında görevlendirme. Uçaksavar bataryalarının kullandığı değişik silahlar olmakla birlikte asıl ve etkin olan silahları 37mm.lik toplardır. Bunlara da Tayyare Topları denir. Bu topların sayıları değişmekle birlikte bağlı oldukları birlikler şunlardır:

3.Ağır Topçu Alayı: 2 Adet 37 mm.lik Top

4.Ağır Topçu Alayı : 6 Adet 37 mm.lik Top

5.Ağır Topçu Alayı : 4 Adet 37mm.lik Top

Havacılıktaki güçler açısından bakıldığında Anlaşma Devletlerinin güçleri de şöyledir; Başlangıçta bu cephe İngiliz Doğu Seferi Kuvvet Komutanlığı’na bağlıdır. Fransızlarınsa Bozcaada’da 98 uçak bölüğü ve 20 uçağı bulunmaktadır. Bunlara ek olarak İngilizler buraya uçak getirmişler ve burada ortak bir birlik oluşturmuşlardır. Bunların yanı sıra yöreye Ben My Chree ve Ark Royal adlı uçak gemilerini de getirmişlerdir. Başlangıçta Bozcaada da olan İngiliz-Fransız karma birlikleri İngilizlerin Haziran 1915’te kendi birliklerini Çanakkale İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlanması ve bunları İmroz Adası’ndaki Kefali Limanı yakınlarına taşıması sonucu güçler ikiye ayrılmıştır. Bu birlikler daha sonra yani Selanik çıkartmasından sonra görev alanlarının genişlemesiyle ağırlıklarını Limni Adasına vermişlerdir.

Çanakkale Cephesinde Anlaşma Devletlerinin dördü sabit ikisi de gezginci olmak üzere toplam 6 tane havaalanı vardır.Bunlar şunlardır;

Bozcaada Havaalanı: Önce karmadır. 16 uçaklıktır. Fakat Haziran 1915’ten sonra tümden Fransızlarındır.

Seddülbahir Havaalanı: Adı üzerinde Seddülbahirde olup 4 uçaklıktır. Ancak burası 15 Haziran 1915 tarihinde Kumkale ve Alçıtepe’den topçu bombalaması, Osmanlı uçaklarının baskını ve çok esintili olması yüzünden havaalanı olmaktan çıkarılmış, olağanüstü durumlarda kullanılmıştır.

İmroz Havaalanı: Gökçeada’dadır. Bu da Haziran 1915’ten sonra tümden İngilizlerindir.

Limni Havaalanı: Adı üzerinde Limni adasındadır. Bu havaalanı anlaşma devletlerinin Çanakkale’den çekildikten sonra etkin olmuştur. Çünkü bunların görev alanı genişlemiştir. Yani Sırbistan Almanya tarafından işgal edilince ve Bulgaristan’ın Bağlaşma devletlerine katılmasıyla bu havaalanı İstanbul’dan Sırbistan’a kadar olan yerleri gözetlemek ve denetlemek amacıyla güçlendirilmiştir.

Ben My Cheere Uçak Gemisi: Gezginci havaalanıdır. Toplam 5 uçak taşımaktadır.

Ark Royal Uçak Gemisi: Bu da gezginci bir havaalanıdır. 8 uçak taşımaktadır. Bu son iki havaalanı veya uçak gemisi gezginci olduğu için Midilli Adası, Limni Adası ve Saroz Körfezi arasında görev yapmıştır.Osmanlıda uçaksavar bataryalarının olmasına karşın Anlaşma Devletlerinin bu tür birliklerinin olup olmadığını saptayamadık. Ancak Osmanlı uçaklarına yerden ve denizden top, tüfek ve makineli tüfek atışlarının yapıldığını biliyoruz. Ayrıca gerek İngiltere’nin gerekse Fransa’nın Avrupa’daki cephelerinde yeni tip Anti Aircraft denilen çift ve üç namlulu uçaksavarları vardır. Fakat bunları bu cephede kullandıklarını da saptayamadık.

Peki! Osmanlı uçakları hangi etkinliklerde bulunmuşlardır?

Osmanlı uçakları Anlaşma Devletleri’nin ordusunu, askerlerini, topçularını, mevzilerini, savaş ve ulaştırma gemilerini, balonlarını, denizaltılarını, havaalanlarını ve bazı köprüleri bombalamışlardır. Bunların yanı sıra gözetlemeler yapmışlar, hava fotoğrafları çekmişler, propaganda amacıyla bildiriler atmışlar, mayın ve ağ taramışlar, İstanbul’dan gelen ulaştırma gemileri konvoylarına eşlik etmişler ve karşı tarafın uçaklarıyla hem çarpışmışlar hem de it dalaşında bulunmuşlardır.Burada hemen şunu da anımsatmakta yarar vardır; Çanakkale Savaşları dendiğinde hep çıkartma ve çekilme süreci düşünülür. Bu kara savaşları açısından doğrudur. Ancak bu süreç hava savaşları açısından geçersizdir. Çünkü hava savaşları Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan birkaç gün öncesine kadar sürmüştür. Dolayısıyla bu sunumumda 4 yıllık bir hava savaşı sürecinde hava etkinliklerinin tümünü anlatmak olanaksızdır. Ancak bunların önemli olanlarına yer verilecektir.Bunlardan gözetleme uçuşlarına örnek verecek olursak, bunların savaş boyunca sürekli yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat en ilginç olanı Yzb. Serno ve ekibinin 18 Mart 1915’teki çıkartmayı önceden haber verebilmesidir. Serno 17 Martta İstanbul’dan gelmiş ve 17-18 Mart gecesi arkadaşlarıyla birlikte bir gözetleme uçuşu yaparak, Anlaşma Devletlerinin donanmasının boğaza doğru ilerlediğini görerek geri dönmüş ve cephe komutanına 3 saat gibi önceden haber vererek gerekli önlemlerin alınmasına yardımcı olmuştur. Yine bu salonda iki yıl önce tartışılan Anlaşma Devletlerinin çekilmeden haberi var mıydı, yok muydu konulu bir bildiri sunulmuş ve sonuçta belge var mı yok mu tartışmasına gelinmişti. İşte bu gözetlemeler sonucu Hava Bölük Komutanı Alman Yzb. Körner geri çekilişi günü gününe saptamış ve yetkililere bildirmiştir.

Peki, gözetleme biçimi nasıldır?

Gözetleme biçimi şöyledir: Ölçüm ve gözlem için uygun donanımlı olan gözetleme uçaklarıyla pilot ve yardımcısı (gözcü veya rasıt) uçtuklarında gözlem yapar ve bu bilgileri harita üzerine işaretler ve gerekli bilgileri defterine not alır daha sonra bunları gerekli yerlere sunar.

Havacıların yaptığı bir başka görev de fotoğraf çekmeleridir. Bunlar 3000 metreye kadar fotoğraflar çekebilmektedirler. Ancak elimizde en yüksek 1200 metreden çekilmiş fotoğraf vardır. Fotoğrafları daha çok Alman Yzb. Körner çekmiştir. Hatta birkaç gün içinde 300-400 metreden 200 kadar fotoğrafı çekmiştir. Daha sonra bu fotoğraflar üzerinde çalışmalar yapılarak haritalar yapılıyor ve topçuların kullanımına sunuluyor.

Havacıların bir başka etkinliği de havaalanlarını bombalamalarıdır. Örneğin 27 Eylül 1915 ve 3-4 Eylül 1917 tarihlerinde İmroz Havaalanı 18 Nisan ve 15 Haziran 1915 tarihlerinde Bozcaada havaalanı bombalanmış, yine 17 ve 20 Haziran 1915 tarihinde uçakların bilgi vermesi sonucu Seddülbahir Havaalanı Kumkale ve Alçıtepe yöresindeki topçuların atışıyla kapattırılmıştır. Ayrıca değişik tarihlerde Limni Havaalanı da bombalanmıştır. Bunların sonucunda havaalanları, uçaklar,hangarlar ve donanım zarar görmüştür.

Çok önemli bir bombalama olayı da İngiliz Başkomutanı Karargahı olan General Sir İan Hamilton’un yatının bombalanmasıdır. 18 Temmuz 1915 tarihinde saldırılmış, 2 adet 25 kg.lık ve 3 adet 10 kg.lık Alman bombaları atılmasına karşın vurulamamıştır. Bombalar yatın yakınına düştüğü için bir zarar verdirilememiştir. Fakat bu durum Çanakkale Cephesi’ndeki Osmanlı Askerlerine moral vermiştir.

Osmanlı havacıları köprüleri de bombalamışlardır. Ancak bunu cepheyi yitirmelerine başladıklarında, düşman ilerlemesini önlemek amacıyla Mondros’a yakın zamanlarda yapmışlardır. Örneğin Ekim 1918’de Gümülcine- Kösemescit ve İskeçe-Narlıköy köprüleri bombalanmıştır.

Osmanlı uçakları propaganda savaşımına da katılmıştır. Örneğin 27 Mayıs 1915 tarihinde Fransız sömürgelerinden getirilen askerlere bildiriler atmıştır. Yine Avustralya ve Yeni Zelandalılara 25 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’dan gelen bir uçak Arıburnu’nda İngilizce 300 kadar bildiri atmıştır.

Havacılar denizaltılara karşı da etkin olarak kullanılmışlardır. Özellikle Marmara Denizi’ndeki görevi üstlenmişler ve 6 Ağustos 1915 tarihinde saptadıkları bir İngiliz denizaltısını bombalayarak batırmışlardır. Yine Ağustos 1915’te İstanbul dan gelen deniz konvoylarını havadan ve denizden korumuşlardır. Osmanlı Uçakları balonlara karşı da görev yapmıştır. Ancak buna daha sonra değineceğiz.

Acaba Osmanlı havacıları sivil yerleri bombalamış mıdır?

Osmanlı havacıları sivil yerleri vurmamıştır. Çünkü çevrede vurulacak sivil yerleşim birimleri yoktur. Bunun yanı sıra it dalaşı, bombalama ve önleme uçuşunun sayısızca örnekleri vardır. Antlaşma devletlerinin etkinliklerine gelince, bunların hava yönünden etkinlik alanı ve görev çeşitliliği Osmanlıya göre daha çoktur. Örneğin bunlar Osmanlı Askerlerini, topçusunu, mevzilerini, savaş ve ulaştırma gemilerini, köprülerini, demiryollarını, askersel tesisleri, havaalanlarını vurmuşlar, çıkartmada ve geri çekilmede yoğun bir şekilde destek sağlamışlar, gözetlemelerde bulunmuşlar, propaganda etkinliğine katılmışlar, Nara’daki denizaltı ağlarıyla mayınların yerlerine saldırarak kendilerinin Marmara’ya geçişini kolaylaştırmaya, tam karşıtı olarak da Osmanlının Marmara’daki deniz ulaşımını engellemeye çalışmışlardır. Bunun yanı sıra yerleşim alanlarını da vurmuşlardır.Bunları örnekleyecek olursak şöyledir; Örneğin 18 Mart 1915 ve 25 Nisan 1915 tarihlerindeki çıkartmalarda Kumkale’de Fransızların uçakları görev almış, boğazın Avrupa yakasında ise İngiliz uçakları kullanılmıştır.

Anlaşma Devletleri uçakları İstanbul’dan Çanakkale cephesine yiyecek, içecek, asker ve donanım getiren Marmara’daki ulaşım gemilerine de saldırmış ve bazı gemileri de batırmıştır. Yine aynı donanımı Uzunköprü’ye kadar getiren demiryollarını ve istasyonlarını da 9,12 ve 27 Haziran 1918 tarihlerinde bombalamışlardır. Ayrıca bunlar yaptıkları uçuşlarla Marmara’daki denizaltılarla telgraf bağlantıları da kurarak onlara gerekli bilgileri sağlamışlardır.

Anlaşma devletlerinin uçakları da propagandaya katılmıştır. Örneğin 23 Ağustos ve 29 Mayıs 1915 tarihlerinde bildiriler atmışlardır. Yine bunlar Nara’daki denizaltı ağlarına da saldırmışlar ve mayın taramışlardır. Ancak mayın taramada biraz başarısızdırlar. Çünkü 18 Mart çıkartmasında çok zarar verdikleri düşünülürse, iyi gözlem yapamadıkları ortaya çıkacaktır.

Antlaşma Devletleri havacılarının en çok zarar verdirdikleri bir görev de topçu atışlarını düzelttirmeleridir. Bunu birçok defa yapmışlardır.

Yine başarılı oldukları bir alan da geri çekilmede verdikleri destektir. Bu destek gözetleme biçiminde olduğu gibi yoğun bir saldırı ile Osmanlı uçaklarının gözetlemelerini önlemek biçiminde olmuştur. Özellikle bunu 19-20 Aralık 1915’teki Arıburnu çekilmesi sırasında başarıyla uygulayabilmişlerdir. Ayrıca Çanakkale cephesi gerisine ve Marmara içlerine sık sık saldırarak Osmanlı yetkililerinin gözünün ve uçaklarının buraya çevrilmesini sağlamışlardır. Yani asıl cepheyi rahatlatmışlardır.

Anlaşma devletleri uçakları İstanbul’u da yoğun bir biçimde bombalamışlardır. Özellikle Yavuz’un Çanakkale Boğazından çıkarak Antlaşma Devletleri’nin üstlerini bombalayacağı düşüncesiyle İstanbul’daki Yavuzu batırmak için bu saldırılara başlamışlar, daha sonra da korku salarak İstanbul’daki yetkililerin ve halkın moralini bozmak için sürdürmüşlerdir. Bu yüzden İstanbul’u bombalayan uçaklar İmroz ve Limni havaalanlarından kalkmış, Şarköy yönünden İstanbul’a ulaşmışlardır. Örneğin 12 Nisan 1916’da İmroz’dan kalkan iki uçak Zeytinburnu Silah Fabrikası ile Yeşilköy uçak hangarlarını vurmuştur. 9-10 Temmuz 1917’de iki farman uçağıyla da Harbiye Nezareti avlusuna Bayezit alanına Yavuz Numune-i Hamiyet ve Yadigar gemisine bomba bırakılıp Yadigar gemisinin batmasına neden olmuştur. Yine antlaşma devletleri uçakları Temmuz 1917 ile Eylül 1917 arasında bazen 4-6 uçaklık kollarla İstanbul’daki Zeytinburnu Fabrikası’nı, Haydarpaşa İstasyonu’nu, Selimiye ve Davutpaşa Kışlası’nı, Haliç’i, Gülhane Parkı’nı, Hasköy Askeri Tesislerini, Yeşilköy Havaalanı’nı, İstanbul Elektrik Fabrikasını, Galata Köprüsü’nü ve Galata’daki balon birliğini bombalamışlardır. Tüm bunların sonucu Başkomutanlık İstanbul’u havadan savunmak için kademeli bir savunma tasarımı hazırlamıştır.

Önemli bir hava savaşı da İmroz Adasının baskını sırasında Midilli Kravözürü’nün battığı olay sırasında olmuştur. İmroz Kafelo’daki İngiliz deniz ve hava üstlerini vurmak için yapılmış olan bu saldırı şöyle gerçekleşmiştir; 20 Ocak 1918 günü Yavuz ve Midilli kravözürleri, Numune-i Hamiyet, Muavenet-i Milliye, Basra ve Samsun muhriplerinden oluşan bir filo baskın düzenlemiştir. Buna iki yanın uçakları da katılmıştır. Burada Midilli kravözürü Kafelo’daki hava alanının yakıt depolarını tahrip etmiştir. Hatta Midili’nin mayınlara çarpmasının nedenlerinden biri hava akınlarından korunmak için yaptığı manevralar olarak gösterilmiştir. Yaralandıktan sonra da İmroz’dan kalkan uçaklar Midilli’yi havadan vurmuşlardır. Ayrıca yaralı olan Yavuz’a da 8-10 uçakla saldırmışlar, fakat vuramamışlardır. Bu sırada Osmanlı uçakları da karşı saldırıya geçerek 2 İngiliz uçağını düşürmüştür. Bu sırada mayından dolayı yaralı olan Yavuz Nara’ya kadar gelerek karaya oturmuştur. İşte burada tam bir hava savaşı yaşanmıştır. Çünkü İngilizler Yavuzu batırmak için olanca gücünü ortaya koyarak saldırmışlar, buna karşın da Osmanlılar kurtarmak için savunma yapmışlardır. Osmanlı yetkilileri durumun ciddiliğini gördüklerinde buraya uçaksavar toplarını da çekmişlerdir. Beş gün beş gece süren hava saldırıları sırasında kurtarma işlerine ara bile verilmiştir. Anlaşma Devletleri uçakları bu beş günlük sürede 276 sorti denilen çıkış yapmış ve toplam 14-15 ton eden 180 dolayında bomba yağdırmışlardır. Bu bombalardan iki tanesi isabet etmiş ve az zarar vermiştir. Hatta aynı anda 14 uçak saldırmıştır. 26 Ocak 1918 tarihinde Yavuz’un yüzdürülmesi ve İstanbul’a gönderilmesiyle olay Osmanlılar için başarı, karşı taraf içinse başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu İmroz baskını olayında İngilizlerin toplam 4 uçağı düşürülmüştür.Bu cephede ilkler de vardır. İlk torpidonun bu cephede kullanıldığı varsayılmaktadır. Örneğin, 12 Ağustos 1915’te Ben My Chree uçak gemisinden kalkan uçaklar Mahmut Şevket Paşa Vapuru’na torpido atmıştır. Yine Osmanlıların ilk savaş uçağını bu cephede düşürdüğü bilinmektedir.

Peki, Anlaşma Devletleri uçakları sivil yerleri bombalamış mıdır?

Bombalamıştır. Maydos, Gelibolu, Lâpseki, Çanakkale, İstanbul ve Uzunköprü bunlar arasındadır. Örneğin Maydos veya bugünkü adıyla Eceabat’a 3 İngiliz uçağı 23 Nisan 1915 tarihinde saldırmış ve 5 siville 5 askerin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. Hatta ölenler içinde birçok Rum ve Maydos’un din adamı olan Metropolitte bulunmaktadır. Yine 5 Ocak 1917 tarihinde 5 uçaklık, 3 Temmuz 1917 tarihinde de 8 uçaklık bir filo ile ve 10 Temmuz 1917’de Çanakkale’yi bombalamışlardır. 19 ve 23 Mayıs 1916 tarihlerinde de yine 8 uçakla vurarak 70 kadar bomba bırakmışlardır. 3 Ocak 1917 tarihinde Lapseki’yi vurmuşlardır. 9,12 ve 27 Haziran 1918 tarihlerinde ise Uzunköprü istasyonu bombalanmış ve personelden 9 kişi ölmüştür. Biraz önce değindiğimiz  gibi İstanbul’un birkaç yerleşim yeri de bombalanmıştır. Burada şunu da belirtmekte yarar vardır; Anlaşma Devletleri uçakları İstanbul ve Uzunköprü’deki yerleri bilinçli olarak değil, fakat Maydos, Gelibolu, Lapseki ve Çanakkale’yi bilinçli olarak adeta cephedeki zararlarının öcünü almak için yapmıştır.

İngiliz ve Fransızların bombaladığı bir yer de havaalanlarıdır. Onlar da tıpkı Osmanlılar gibi karşı tarafı bu yönde etkisizleştirebilmek için sık sık havaalanlarına saldırmışlardır. Örneğin 5 Temmuz 1915 tarihinde 10 uçakla ve 2 Ağustos 1915’te de Çanakkale veya Erenköy havaalanına saldırmışlardır. Hatta bazı saldırılarda gizlemeler yapılmasına karşın yine de uçaklara zararlar verdirtmişlerdir. Bu yüzden de değişik nedenlerden dolayı Erenköy havaalanı kullanımdan kaldırılmıştır. Nara Havaalanı ise çok sık bombalanmıştır. Bunu uçaklar yaptığı gibi bazen de yöre aşırtma toplarıyla bombalanmıştır. Galata havaalanı da çok sık vurulmuştur. Örneğin 19 ve 25 Aralık 1915, 3 Ocak 1916 tarihlerinde bombalanmış ve zararlar verdirilmiştir. Yine burada da şunu belirtmekte yarar vardır; Havaalanı bombalamak adeta kan davasına dönüşmüştür. Adeta öç almak gibidir. Biri sabah bombalarsa öteki akşamüzeri, diğeri bugün bombalarsa, öteki de hemen ertesi günü bombalamıştır. Yani birbirlerine şu iletiyi vermek istemişlerdir: bu alanda senin gücün varsa, benim de vardır. Sen bunu yaparsan, ben de bunu yaparım, bilmiş ol… gibi.

İngilizlerin bombaladığı önemli yerler arasında hastaneler de vardır. Örneğin 1 Mayıs 1915 tarihinde Maydos Hastanesini, 26 Temmuz 1915’te Celil Paşa Hastanesini, 4 Ağustos 1915’te Ezine Hastanesi’ni, 5 Ağustos 1915’te Ağıldere’deki hastaneleri, 9 Ağustos 1915’te Galata Köyü’ndeki hastaneleri, 13 Ağustos 1915’te Arıburnu’ndaki hastaneleri ve Aralık 1915 başında Reşit Paşa hastane gemisini bombalamışlardır. Burada çok sayıda insanın ölmesine ve yaralanmasına neden olmuşlardır. İşin ilginç yanı hastanede ölenler arasında Osmanlıların baktıkları İngiliz ve Fransız askerleri de vardır.

Anlaşma devletlerinin hava etkinliklerinden biri de hava fotoğrafçılığıdır. Onlar da Osmanlılar gibi fotoğraflar çekerek bunlardan yararlanmışlardır.

Son olarak havacılığın bir kolu olan balonlardan ve balonculuktan da söz edeceğiz. Balonculuk açısından Osmanlıya baktığımızda şunu görüyoruz; Osmanlıda Balkan Savaşları sırasında bir sabit balon vardır. Ancak bu balon çalıştırıcıları olmadığı için kullanılamamıştır. 1.Dünya Savaşı içinde ise Almanlar 4-5 sabit balon vermişlerdir. Bunlardan bir tanesi Çanakkale Cephesi’ne gönderilmiştir. Ancak bunun kullanılıp kullanılmadığına ait bir bilgi saptayamadık.

Anlaşma Devletlerinin balonculuğuna gelince, bunların bu cephede Manika, Canning ve Hektor adında üç balonları vardır. Bu devletler yörenin engebeli olması yüzünden sağlıklı atışlar yapamayınca balon istemişler ve bu balonlar gönderilmiştir.

Balonlar şöyle çalıştırılmaktadır: İpleri ve telefon kabloları yerdeki askerlerde olan balonlar 200 metreye kadar çıkartılıyor ve içindeki gözcüler gördüklerini telefonla ve telsizle yerdeki yetkililere bildiriyorlar. Özellikle 25 Nisan 1915 tarihindeki çıkartmada gözlemler sonucu topçu atışlarına Manika adlı balon çok isabet yaptırmış ve Osmanlı Askerlerine çok yitik verdirmişlerdir. Bunun üzerine 5.Ordu Komutanı 30 Nisan 1915 tarihinde Başkomutanlık karargahına başvurmuş ve önlem alınmasını istemiştir. O da uçaklarla saldırılmasını önermiştir. Osmanlı havacıları bu balonlara top ve uçaklarla 26 Nisan, 23 Ağustos, 18 ve 27 Eylül 1915 tarihlerinde saldırmışlar ancak iyi korundukları için etkili olamamışlardır. Yapılan yalnızca şudur; bu balonlar ya açığa denize çekilmiş ya da geçici olarak yere indirilerek görevine ara verdirmişlerdir.

Bu balonlar kendi devletlerinin Marmara içindeki denizaltıları ile de telsiz bağlantılarını sağladıkları gibi geri çekilmede de önemli görevler üstlenmişlerdir.

Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir; havacılık açısından hangi yan daha başarılıdır?

İki yan da başarılıdır. Ancak Anlaşma Devletleri daha başarılıdır. Çünkü onların kullandıkları uçak sayısı çoktur. Mayıs 1915’te 30 uçak varken bu sayı Ağustos 1915’te 70’e ulaşmıştır. Oysa Osmanlıda çok daha azdır. Yine Alman Gotha uçaklarının motor gücü 100,150 ve Albatros-C uçakları 160 beygir gücünde saatte 100-125 km. hız yaparken İngilizlerin 275 beygir gücünde Rolls Royce çift motorlu Handey Page uzun menzilli uçakları vardır. Hatta İstanbul’u Limni Adasından vurabilmektedirler. Yine Osmanlı uçakları silah olarak çivi, tabanca, karabina tüfeği, bomba, el bombası ve makineli tüfek kullanırken Anlaşma Devletlerinin uçakları ise çift makineli tüfekler kullanmaktadır.

Bu cephede düşürülen ve düşen uçak sayısına gelince üzülerek söyleyebiliriz ki bu konuda kesin bir sayı vermek olanaksızdır. Ancak şöyle bir genelleme yapılabilir; Anlaşma Devletlerinin yitirdiği uçak sayısı Osmanlıya göre birkaç kat daha çoktur. Sonuç olarak denilebilir ki havacılık açısından her iki yan da canla başla savaşmıştır. İki yan da çok uçak yitirmemek için olabildiğince uçaklarını doğrudan karşı karşıya getirmemeye çalışmış ve biri saldırırsa öteki kaçmıştır. Zorunlu olmadıkça ve biri birini tepelemekte kuşkusu olduğunda yüz yüze gelmemeye çalışmışlardır.

Bu hava savaşında her iki yan da olanca gücüyle çarpışmasına ve her iki yanın da başarılı olmasına karşın değişik nedenlerden dolayı Anlaşma Devletleri daha etkindir. Anlaşma devletleri içinde ise İngilizler öndedir. Fransızlar havacılık açısından bu cephede adeta gölgede kalmıştır.Yine bu cephede tüm yokluklar olanaksızlıklar ve deneyimsizlikler göz önüne alındığında Osmanlı havacıları da çok başarılıdır. Hatta 8 uçak düşüren Alman Yzb. Bodeckke 1916 yılında Başkomutanlık Vekaletince Altın İmtiyaz Madalyası, kendi devleti olan Almanya tarafınca da Almanların en büyük madalyası olan “Orden Pour Le Merite” onur madalyası verilmiştir. Yine denilebilir ki Osmanlının kendi yerli havacıları bu savaşlarda deneyimler kazanmışlar ve burada kara savaşları bittikten sonra öteki cephelere atanmışlardır. Yani bunlar Çanakkale Cephesinde edindikleri deneyimleri ve bilgi birikimlerini öteki cephelere aktarmışlardır. Bu cepheden gidenlerin çoğunluğu daha sonra genelde yönetici konumuna gelmişlerdir. Yani denilebilir ki Osmanlı havacılığının da gelişmesine bu cephedeki havacıların katkısı ağırlıklıdır. Bu cephede uçaklar olduğu gibi uçaksavarlar da iyi savunma yapmışlardır. Balonlar da savaşın sonuna kadar başarıyla görevlerini sürdürmüştür.

Kısacası bu cephenin kazanılmasında Alman ve Osmanlı havacılarının ve bu destanın yazılmasında İngiliz ve Fransız havacılarının azımsanmayacak katkıları vardır.