Osmanlı Ordu Stratejisi

ÇANAKKALE SAVAŞLARI SAVUNMA STRATEJİSİ HAKKINDA İNCELEME
MAKALE  NO: 1

Çanakkale Savaşı, Türkiye dışında genellikle yenilenlerin neden yenildiği üzerinden incelenmiş, yenenlerin neden ve nasıl yendiği pek araştırma konusu yapılmamıştır. Türk araştırmacılarsa ülke tarihinin kırılma noktalarından biri olduğu ve Mustafa Kemal Atatürk dâhil Kurtuluş Savaşı’nın önder kadrosunu yetiştirdiği için Çanakkale Savaşı’nın duygusal ağırlığının etkisini her zaman hissetmişlerdir.

Bu yazımızda Çanakkale Zaferi’ni getiren ana unsurları; sahaya yerleşim, harekât, ateş kullanabilme üstünlüğü, alan egemenliği, ihtiyatların kullanımı, lojistik ve karar mekanizmaları açısından inceleyeceğiz.

Çanakkale Savaşları’nın geçtiği alan Gelibolu ilçesinden ismini alan Gelibolu Yarımadası’dır. Gelibolu yarımadasının iki dar noktası var. Bunlardan ilki Saroz körfezinden Marmara denizine uzanan noktadır. Diğeri ise Kabatepe’den Kilye Koyu’na uzanan kısım. Bu iki kör nokta da düz birer ovadır.

Osmanlı savunma birimleri başta 5. Ordu komutanı Liman von Sanders olmak üzere itilaf kuvvetlerinin bu iki noktadan çıkarma yaparak bölgeyi ele geçirmeye çalışacağı fikri üzerinde durmuşlardır. Bu iki noktada birlikleri konuşlandırmışlardır.

Ancak bu fikir sadece bilinen ve iddia edilen olarak kalmıştır. Şahsen yapmış olduğum tüm inceleme ve araştırmalar bunun aksi yönde olduğudur. Osmanlı subaylarının hem fikir olduğu tek konu, düşmanın çıkarma yapacağıdır. Subaylar çıkarmaya engel olabilmek için sahillerin iyi derece korunmaya ve tedbire ihtiyacı olduğunu düşünmekte ve ısrar etmekteydiler.

Oysa Liman Paşa öyle bir durumda bekleyen korkunç sonun bilincindeydi. Askeri sahile konuşlandırmak demek daha itilaf kuvvetlerinin karaya asker çıkarmadan, donanma gücüyle mevcut Osmanlı birliklerini yok etmesi demekti.  Bu nedenle de hem Osmanlı subaylarının fikirlerini görmezden gelmeyip saygı göstermiş, hem de kendince gerekli tedbirleri almıştır. Düşünülen noktalar sahile uzaktır. Gelibolu Yarımadası’nın en kör noktası olan Saroz istikametinde orduyu yüzü Gelibolu’ya dönük olarak konuşlandırmıştır. Böylece hem buradaki bir çıkarmaya tedbir oluşturmuş, hem de yarımadanın neresine çıkarma yapılırsa yapılsın müdahale yapılabilecek stratejik konuma sahip olmuştur. Liman Paşa’nın bu kararı savaşın seyrini doğrudan etkilemiştir.

25 Nisan 1915 tarihi gelip, çıkarma harekâtlarının yapılması, Osmanlı Ordusu’nun dâhice savunma planını göz önüne çıkarmıştır. Günümüzde bölgemize gelen ziyaretçilerin Şehitlik Turu esnasında “ Bir avuç askerle mi savunmuşlar burayı ?” dediğini sıkça duyarsınız. İlk söylendiğinde bunun yokluktan ya da yetersizlikten kaynaklandığını sanılır. Oysaki durum hiç de böyle değildir. Bu tamamen dâhiyane bir savunma taktiğidir.

Ertuğrul Koyu, Aytepe, Tekke Koyu, Hain Tepe ve Balıkçı Damları mevkilerinde yaşananlar incelendiğinde gerçekler gün yüzüne çıkar. Liman Paşa; donanmanın çıkarma öncesi yapacağı bombardımanı düşünerek sayısı fazlaca birlikleri burada yıpratmaktansa, savaş tecrübesi olan askerlerden oluşturulmuş az sayıdaki askeri birlikleri çıkarma noktalarına yerleştirmiştir. Asker sayısının az olması gizlenmeyi ve korunabilmeyi kolaylaştırdığı gibi aynı zamanda merkezi harekât kabiliyetini de arttırmıştır. Saldırı – Savunma katsayısı hesaplandığında da; arazi yapısı, ateş gücü, tecrübe ve idare koşulları, aslında savunmadaki asker sayısının yeterli olduğunu göstermiştir.

Osmanlı Ordusu yeterli gördüğü ön birliklerle çıkarma harekâtlarına karşı koymuş daha sonra ise gerekli yerlere gerekli takviyeleri sürmüştür. Asıl kuvvetler muharebeye sürülmek için öncelikle itilaf kuvvetlerinin karaya yerleşimi beklenmiştir. Müdahale edilirken birlik büyüklükleri iyi ayarlanmış ve düşmanın bunu fark edip donanma desteğini öne sürmesine engel olmuştur. Özellikle kuzey bölgesinde düşmanın eline geçme ihtimaline karşı az sayıda tutulan toplar, Osmanlı kuvvetlerinin çok geniş alana yayılmaması nedeniyle rahatça düşman birliklerine ateş açabilmiştir.

Muharebeler esnasındaki komuta sistemi yine aynı şekilde kusursuzca işlenmiş, ihtiyat birlikleri gerekmedikçe savaşa sürülmemiş ve bir savunma hattı oluşması sağlanmıştır. Bunun en iyi örneği güney bölgesindeki 2. Kirte Muharebesidir. Muharebe esnasında İngiliz subaylar karşılarında 3 Tümenlik bir Türk gücü olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak muharebe esnasında ihtiyatlar gerekmediği için kullanılmamış ve sadece 2 Alay civarında bir savunma gücü tahsis edilmiştir. Bu sayede süre gelen itilaf kuvvetleri taarruzlarına dayanabilecek askeri güç elde tutulmuştur.

Yine 25 Nisan 1915 kuzey çıkarmalarında dünya tarihine geçen bir olay yaşanmıştır. Yarbay rütbesine sahip bir subay kendi isteğiyle aynı rütbedeki başka bir subayın emrine girerek savaşın seyrini değiştirmiş ve komuta yetkisinin yerinde kullanımını sağlamıştır. Mehmet Şefik Aker’in bu hareketi, Mustafa Kemal Atatürk’e savunma hattı oluşturmak konusunda eşsiz bir fırsat sağlamıştır. Mustafa Kemal ise bunu çok iyi değerlendirerek savunma hattını oluşturmayı başarmış ve asıl birliklerin alana intikal etmesine gerekli olan zamanı kazandırmıştır.

Osmanlı Ordusu’nun komuta, kademe ve ihtiyatları kontrol etme konusunda eksik kaldığı tek tarih 19 Mayıs 1915 Büyük Türk Taarruzu olmuştur. 2. Tümen Komutanı Hasan Askeri’nin Ordu Merkezi idaresinden dışarı çıkarak kendi kararları doğrultusunda hareket etmesi sonucu Osmanlı Ordusu korkunç bir zayiat vermiştir. Bu olay Osmanlı Ordusu’nun tüm savaş boyunca belirttiğimiz gibi mükemmel bir düzen içerisinde olduğunun en büyük kanıtlarından bir tanesidir.

Osmanlı 5. Ordusu Komutanı Liman von Sanders, Balkan Savaşlarından süregelen en büyük sorun olan subayların kendi fikirleri doğrultusunda hareket emesinin önüne geçebilmek için, bölgesel komutanlıklar kurmuş ve merkezi idareyi sağlamlaştırmış karar mekanizmasını güçlendirmiştir. Arıburnu Komutanlığı ve Anafartalar Gurup Komutanlığı bu işleyişin bilinen örneklerindendirler.

Sonuç olarak; insan her ne kadar etten ve kemikten yaratılmış olsa da, manevi duyguları olmadan insanlığa sahip olmuş diyemeyiz. Moralimizin biraz bozuk olduğu zaman bile ne kadar zor bir durumda olduğumuz aşikârdır.

Türk askerinin manevi gücü kesinlikle inkâr edilemez. Vatanını savunması, millet, bayrak, din, devlet aşkı kesinle yok sayılamaz ya da küçümsenemez. Ancak şu da bir gerçektir ki manevi gücünün yanında Osmanlı Ordusu askeri anlamda da gereklilikleri yerine getirmiş ve bu savaştan zaferler ayrılmıştır.

Mevlid-i Şerif

Atatürk'ün Gözetleme Yeri

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tek bir Cumhurbaşkanı tüm masraflarını kendisi karşılayarak en tanınmış Mevlithan’ları bir araya getirerek Çanakkale Şehitleri’ne Mevlid-i Şerif okutturmuştur. Ve hayatı boyunca da düzenli olarak devam ettirmiştir.

“Atatürk, her yıl Çanakkale’de şehitlerimiz için bir mevlid-i şerif okuttururlardı.

1932 yılında okunacak mevlidin, Şehit Mehmet Çavuş Abidesi önünde ve İstanbul’un en meşhur hafızlarının iştirakiyle, görkemli bir şekilde yapılmasını emretmişlerdi. Bu durumu, ayrıca İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi’ye de telefonla bildirmişlerdi. Mevlitten bir gün önce bu iş için ayrılan ve Atatürk’ün kendi seyahatlerinde kullandıkları lüks Gülcemal vapuruna gittik.
Süleymaniye Baş Müezzini Hafız Kemal, Saadettin Kaynak, Beşiktaşlı ve Sultan Selimli Rıza beyler, Hafız Burhan, Beylerbeyli Fahri, Vaiz Aksaraylı Cemal, Muallim Nuri gibi bir çok ünlü hafız, bir çok gazeteci ve fotoğrafçılarla vapur hıncahınç dolu olarak akşam saat 7’de Çanakkale’ye doğru hareket ettik. Gece yatsı namazından sonra vapurun salonunda iki hatm-i şerif ve bir mevlid okundu. Sabahleyin Gelibolu’ya geldik. Büyük bir kalabalık bizi iskelede karşıladı. Sonra, otobüslere binilerek Şehit Mehmet Çavuş Abidesi’ne gidildi.
Etraf bayraklar ve defne dallarıyla süslenmiş; kadın, erkek çok büyük bir kalabalık etrafı doldurmuştu. On hafız hep bir ağızdan önce tekbir aldık. Sonra tevşih okundu. Sonra da hafızlar sırayla kürsüye çıkıp mevlidi okumaya başladık. Ben, Veladet Bahri’ni okurken kapalı ve bulutlu olan hava birden bozdu ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Ben okumaya hiç kesmeden devam ettim. En sonunda, İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi çok güzel bir dua ile mevlidi bağlatıp şehitlerimizin mezarlarını da ziyaret edip, İstanbul’a döndük. Ertesi akşam Dolmabahçe Sarayı’nda Ata’nın huzuruna çıkıp mevlidi etraflıca anlattım. Ayağa kalktı ve heyecanla elini masaya vura vura “Aferin hafızım. Aferin sana. Din ve vazife ciddiyetini herkese göstermişsin, yağmurda bile görevine devam etmişsin. Aferin sana. Aferin sana!” diye beni defalarca tebrik etmiş ve kutlamışlardı.”

Hafız Yaşar Okuyan